Harika bir İtalya
tatilinden döndük. Sonra yazacağım. Valizler mutfağın ortasında, kirliler,
çantalar... Ama yine de yazacağım.
Floransa'da soruyorum, yakinda kac yasinda olacaksin Boncuk?! |
Az önce
hatırlattı Xavier, “Geçen yıl tam bu saatlerde ne yapıyorduk? Her şey oldukça
normaldi... değil mi?” Evet, dün gibi hatırlıyorum o saatte Vampir Günlükleri’ni
izliyorduk. Akşamüstü ablam uğramış, Theo’yu yatıracağımız sepeti bırakmıştı.
Aşağı inmiştim ve sepeti yukarı taşımayı teklif etmiştim. Ablam enerjime
şaşırmıştı... Sonra sevgili İlke ve Edwin ziyaret etti bizi. Karnım ne aşağı
inmişti ne de yürümemi zorlaştırmıştı. O yüzden çok emindim, daha 1-2 hafta
olmalıydı doğuma! İlkeler gidince çok çabuk bir şekilde dolapta kalan yemekleri
yedik. Bulaşık makinesi temizlerle doluydu ve hiç yapmadığımız halde o akşam
yediklerimizin bulaşıklarını lavabonun içine bırakıp dizi izleyip yattık. Bulaşık
detayı da nerden çıktı diyenlere açıklama, biraz daha okuyun...
O gece her şey
normal şekilde yattık. Ama ben gece 2 gibi uyandım. Hafif karın ağrıları
hissediyordum ama doğum sancısının ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Birkaç kere tuvalete uyandım, geri yattım falan derken kasıklarımın iki yanında
aynı anda gelen sancılar hissettim. Xavier’i uyandırdığımda saat 3 ile 4
arasıydı. Suyum gelmişti sanki ama onu da çok anlamadım çünkü öyle filmlerdeki
gibi foşş diye gelmemişti. Az az bir ıslaklık hissettim. Saat 4 olduğunda ben
pilates topumun üzerinde hafiften oryantal yapar gibi kıvırtmaya başlamıştım.
Bir süre önce edindiğim ama yeterince pratik yapamadığım nefes çalışmaları CD’sini
koydum CD çalara. Julia’nın yolladığı doğum notlarına bir türlü bakmadığım için
müthiş kızgındım kendime. Bu arada Xavier ne yapıyordu? Şaşkın bir halde, eli
ayağına dolaşmış şekilde bulaşık makinesini boşaltıyordu!! Çünkü biberon, göğüs
pompası gibi bir sürü ıvır zıvır aksesuar vardı hastaneye götürmek istediğim ve
bir tek onlar yıkanmamıştı. Onları yıkayıp sterilize etmemiz gerekiyordu ki
lavabo doluydu, bulaşık makinesini boşaltıp lavabodaki kirlileri yerleştirip
öyle yıkayabilirdi biberonları... Böylece bütün işleri tamamladık, benim
sancılar 10 dakikaya, 5 dakikaya düştü ve hadi artık hastaneye gidelim dedik.
Ama bu sancı meselesi de filmlerdeki gibi değildi. Önce Xavier’in omuzlarına
tutunarak asıldım. Fena değildi gerçi ama ne zaman ki dizlerimin üzerinde durup
koltuğa kollarımı uzattım, işte buydu! En rahat pozisyonu bulmuştum ve sancı
geldikçe hemen yere, dizlerimin üstüne indim. Bu sırada Xavier de belimi
ovuyordu, üzüm çekirdeği yağını lavanta yağıyla karıştırmıştı ve hiç de fena
değildi... Bu yüzden hastaneye giderken hep eve geri gönderileceğimi
düşünmüştüm, doğum daha komplike olmalıydı!!
Tabii ki sokağın
başındaki fırın sabahın 6’sında servis aracına poğaça yetiştirmekle meşgul
olduğu için taksi kapımıza kadar gelememişti. Xavier elinde bir küçük valiz,
sırtında da bir çantayla yürüken ben de elimde pilates topumla hem hafif
sancılar çekiyor hem de fırıncıya söyleniyordum. Ya ambulansa ihtiyacım
olsaydı? Çok şükür ki yürüyebiliyordum! Aslında saat 6 olmasa, bizi bu halde bir
de şıpıdık terliklerimizle görenler pikniğe gittiğimizi düşünebilirlerdi, bir
küçük tüpümüz eksikti.
Takside rahattım.
Xavier çok heyecanlıydı. Hastaneye vardığımızda saat 7’ye geliyordu. Gece
vardiyasından kalan uykulu görevliler bizim kayıt işimizi yavaştan alırken bir
sancı geldi bana. Pilates topumu yanıma bırakıp duvara kapandım hemen. Aslında
saklambaç oynarken gözlerimizi yumduğumuz o sahne gibiydi. Ama ben 20’ye kadar
saymak yerine nefesime konsantre oluyordum ve Xavier’e bağırıyordum, “Çabuk
masaj yap!” Elbette bu sahneyi izleyen kayıt görevlilerinin uykusu açıldı ve
siz yukarı çıkın biz kaydınız yaparız, dediler. Dişlerimin arasından “Bir
durun, sancı çekiyorum burada!” dediğimi hatırlıyorum. Birkaç saniye sonra ben
de hayat da normale dönmüştük ve gülümseyerek yukarı çıktım. Bir doktor beni
muayene edecekti ve büyük ihtimalle beni eve yollayıp biraz sancı çekmemi
tavsiye edecekti... Oysa ilk muayenede 5-6 cm açılma olduğunu ve yatışımın
yapılacağını söylediler. O an gerçekten çok şaşırmıştık! Hamileyken harika bir
destek aldığım kendi doktorum o hafta tatildeydi ve sadece son muayenede
gördüğüm doktor doğumuma girecekti. Ama ben bu konuda çok rahattım çünkü alt
komşum Elif’in de başına aynısı gelmişti ve doğumunu yaptıran bu bayan
doktordan çok memnun kalmıştı!!
Hastane odamda
Xavier’le fotoğrafımız karşımda duruyordu. iPod’umu ve hoparlörünü yanıma
almıştım tabii ki ve bir yandan pilates topunun üstünde rahatlarken bir yandan
da Pachalbel’in Canon’unu dinliyordum. Tabii benim hazırlığımı ve ekipmanımı gören
hemşireler biraz şaşkındı. Aslında ayakta durduğum ve hareket ettiğim anlar
sancıyla başa çıkmak çok kolaydı. Saat 7.30 gibi bir hemşire geldi ve bana suni
sancı başlatacağını söyledi. Ben kabul etmedim, doğumun kendi zamanında ilerlemesini
istediğimi söyledim. Biraz sonra aynı hemşire neredeyse yalvardı, doktorun saat
8 gibi varacağını o gelmeden suni sancının başlaması gerektiğini söyledi. Bu
hemşirenin bu hastanedeki son günüydü ve o gün bela istemediği çok belliydi.
Ama ben kabul etmedim. Saat 8’de bütün vardiya değişmişti ve benim muhteşem
ebem de doktor da hepsi güne taze bir başlangıç yapmıştı. Cici doktorum gelip rahmimin
5 cm açılmış olduğunu ama bu ilk doğum olduğu için çok uzun sürebileceğini,
bebeği strese sokmak istemediğini açıkladı. NST cihazında fazla sancım olmadığı
görülüyordu ve her nasılsa ikna oldum. Ben de onları sabit ve hafif dozda bir
suni sancıya ikna ettim. Bu arada sordum, ortalama kaç saat sürerdi doğması?
Ona göre anneme ve ablama haber verecektim... Hiç belli olmaz, akşam üstünü
bulabilir, dediler. Ama yine de biraz telaşlanmaya başlıyordum ve ablamı
aradım. 30 sn falan konuştuk ki sancı gelince çat diye kapattım telefonu. Tabii
suni sancının etkisini NST’de görmek için beni bir 15 dakika yatırdılar. İşte o
bölüm korkunçtu! Yatarak sancı çekmek çok sevimsiz, gereksiz bir şey. Ardından
hop kalkyım ayağa. Doğum 10 cm’de gerçekleşecekti ama koşturmamak için 9 cm
olunca üst kattaki doğumhaneye alınacağımı söylediler bana. Ben yine de annemi
arayayım dedim, prensip olarak sancı çektiğim sürede kimsenin hastanede,
yakınımda olmasını istemiyordum. Bağıracaksam kendimi rahatlatacak şekilde
bağıracaktım ama en sevdiklerim bunu duymayacak, benim için endişelenmeyeceklerdi.
Zorlandığımı düşünüp beni ya da doktorları normal doğumdan döndüremezlerdi.
Annemi aradım ama açmadı telefonu. Ablam aramış daha sonra, annem atlamış
gelmiş hastaneye... Ama tam da istediğim gibi, beni odada sancı çekerken
yakalayamadı.
Saat 9’da ebe
geldi yanıma, o muayene ederken ben sanki ÖSS sınav sonucumu bekler gibi
sordum, kaç santim?? Kaç santim olmasını istersin, dedi kır saçlı canım ebe. 9-10
cm falan olsa keşke, dedim. Sanki loto kazanmışım gibi gülümsedi, 9 cm
açılmışsın, hadi seni doğumhaneye alalım güzel kızım, 1 cm’i de orda bekleriz,
dedi. Ben bir çığlık attım, muayene sırasında yandaki banyoda bekleyen kocama
müjde verir gibi bağırdım, 9 cm olmuş, doğumhaneye gidiyoruz... Bu laf ağzımdan
çıktığı anda korku ve heyecanla karışık ağladığımı hatırlıyorum...
Nedenini
anlamasam da beni tekerlekli sandalyede asansörle çıkardılar üst kattaki
doğumhaneye, pekala yürüyebilirdim oysa. Birkaç medikal işlem, hazırlık...
Xavier yanımda elimi tutuyor. Doktorum çok tatlı bir kadın, 35 yaşlarında, muhtemelen
36 beden ve önceki sene doğum yapmış. Süper fit görünüyor gözüme. Her an bana
bir sonraki aşamayı anlatıyor, şunu yapacağız bunu hissedebilirsin... Güven
veriyor. Hadi deneyelim bir, diyor. Ben bilmiş bilmiş “Ikındıktan sonra uff-uff
diye kısa kısa nefesler vereceğim değil mi?” diyorum. Hayır, diyor, sadece
normal, dengeli bir nefese dönceksin. E filmlerde öyle yapmıyorlar ama...
diyorum, gülümsüyor, Ah bu Amerikan filmleri!! Neyse bu kısmı çok da
anlatmamalı belki çünkü en çok zorlandığım bölüm bu bölümdü. Artık ıkınmaya ve
bebeği itmeye enerjimin kalmadığını hissetmiştim ve bunu gece yeterince uyumama
bağlıyordum. Bir yandan düşünüyordum, gece uyumuş olsaydım, ah gece uyumuş
olsaydım ne süper doğururdum! “Bu bebek çıkmayacak!” dediğimi hatırlıyorum, doktor
da ebe de gülümsediler ve beni bebeğin elbette çıkacağına ikna ettiler. İkna
oldum da. Bir de ağzımın çok kuruduğunu ama inatla bana su vermediklerini
hatırlıyorum. Yalvardım da Xavier azıcık pamukla ıslattı dudaklarımı. Ağız kuru
olunca ıkınmak çok zor. Bir de bu ıkınma meselesinde dişleri sıkmak gerekiyor
ve öyle bir nefes veriyorsunuz ki çığlık atmadan yapmak imkansız. İlk denemede
Xavier şok olmuş hatta korkmuş. Sancı kısmını ben o kadar rahat atlatmışım ki
doğumhane kısmının da öyle olacağını düşünmüş kocam. Ama bu kısmı biraz
farklıydı. Xavier korkusunu bana belli etmedi ve sürekli beni motive etti, çok
iyi gittiğimi, harika olduğumu söyledi durdu. Ben artık iyice yorulmuştum ki
doktor bebeğin saçlarını gördüğünü anons etti. Hadi bir kere daha dedi ve sonra
geldi bebek. Saat 9:48’di. Ben hep bebeğin kafasının çıkış anını doğumla
özdeşleştirmişim ama asıl vücudunun ve bacaklarının dışarı çıkışını hissetmek
müthiş bir rahatlamaymış. Hele plesantanın doğumu gerçek bir hafiflik
hissiymiş...
Bebeği bir şeye
sarıp kucağımıza verdiler hemen. Anne, baba, bebek. Tanıştık. Beyazımsı, morumsuydu
Theo. Kafasını öptük belli belirsiz. Ne hissettim? Zafer. Başarmıştım. Epidurale
de gerek kalmamıştı...
Annem ablamdan
haberi alıp yola düşmüş ve hastaneye vardığında odamızı ararken fotoğrafı ve
pilates topunu görüp tanımış. Doğumhane kapısına geldiğinde son çığlığımı
duymuş, kötü olmuş ama ardından bebek ağlaması gelmiş. Sormuş ve öğrenmiş, bebek
erkekmiş! 9 aydır merakla bekledikleri cevap...
Sonrası zaten
malum. Ben hamileyken doğuma o kadar konsantre olmuşum ki, asıl hikayenin
burada başladığını bilmiyormuşum. Hastanedeki o gün kahraman gibiydim, zafer
kazanmıştım, başarmıştım işte ama annelik hakkında en ufak bir fikrim yoktu!
Theom yarın bir
yaşında olacak. Tam bir yıl önce bu saatlerde yatmaya gidiyordum. Yaklaşan bir
yılınsa bütün bu yaşadıklarımı bana vereceğini hiç mi hiç bilmiyordum. Oğlum benim,
tatlı boncuğum... Ne güzel geldin dünyaya. Hikayen hep böyle güzel olsun!