Tam iki dakika önce yaz sıcağını terli ensesinde
hissetmiş, küçücük bir esintinin hayalini kurmuştu. Şimdi araftaydı, uykunun
sakinleştirici kollarını kucaklamak üzereydi ama bir ayağı da burada, sıcağın
duvarlarına hapsolduğu uyanık
dünyadaydı. Tam öte yana geçecekken bir tıkırtı duydu, yarı kapalı gözlerini
dikkatle açtı. Dinledi. Rüzgâr olabilir miydi, balkon kapısından içeri
yanlışlıkla giren bir kuş, herhangi bir şey… “Bu saatte?..” diye düşünüp
çürüttü kendi fikrini. Basbayağı bir ses duyuyordu. Dengeli, yavaş ama durmayan
adımların tıkırtısını...
Yanında yatan kocasını dinledi. Horlamasa da nefes alış
verişleri duyuluyordu, belli ki derin bir uykudaydı. Ne şans! Eğer oturma
odalarında bir yabancı hatta bir hırsız varsa hemen şu an uyuyabilmeyi nasıl da
isterdi! Küçük bir hareketle dürttü onu. Andy, muhtemelen horladığı için
dürtüldüğünü düşünerek yanına dönüp pozisyonunu değiştirdi. Salondan gelen
sesler devam ediyor ama Andy uyanmıyordu. Yavaşça arkasından uzanarak Andy’nin ağzını
kapattı. Tıpkı o bilindik filmlerde adamların kadınlara saldırırken ağızlarını
tutup sessiz olmalarını işaret ettikleri gibi. Ancak Andy’nin yüzünü göremediği
için belli belirsiz kulağına fısıldadı “Be quiet. There is someone in our
living room.Shashhh…” ve yavaş bir hareketle bıraktı kocasını. Andy telaşla
arkasını dönüp karısına baktı. Oturma odasından koridora uzanan sokak ışıkları
yatak odasına grimsi bir aydınlık katıyordu. Bu ışıkta Andy’nin yüzündeki acı
ifade çok net görülüyordu. Artık tamamen uyku dünyasından kopmuş, bu odaya
uyanık dönmüştü…
Muhtemelen bir dakikayı geçmeyecek bir zaman diliminde
telaşla, korkuyla ve çaresizce baktılar birbirlerine. Gözleriyle ve
mimikleriyle anlaştıkları üzere uyuyormuş numarası yapacaklardı. Hırsız ne
alırsa alsın ve gitsin diye düşündüler, tek istedikleri şu an yan odada acemi
gürültüler yapan o adamla karşılaşmamaktı. Andy asla belli etmemeye çalışsa da
düşünmeden edemiyordu, bu Türkler hırsızlardan konuşurken uyutucu spreylerden
bahsediyorlardı hep. Ya hırsız bir sprey gazla ikisini de uyutur ve o halde
karısına saldırırsa diye daha da çok korktu.
Dakikalar geçiyor, hırsızın cilalı parkeler üzerinde
çıkardığı sesler ağır aksak devam ediyordu. Bu küçücük evde, neden bu adam bir
an önce işini halledip de gitmiyordu sanki? Yatak odasından sadece beş metre
uzakta kesik kesik sesler duyuluyor, ardından ev yine sessizleşiyordu.
Aslı yavaş yavaş doğruldu yatağın içinde. Polisi aramak
için bir yol düşündü. Keşke annesini dinleyip de cep telefonlarını yatak
odasının dışına terk etmeseydi. Al işte, diye düşündü, radyasyondan kurtulalım
derken hırsıza yakalandık! İki cep telefonu ve telsiz ev telefonu, hepsi de
oturma odasındaydı.
Aslı sabah ezanını düşündü. Öyle ya, ezan vakti yakınsa
birazdan gün aydınlanacaktı, hırsız da panikleyip kaçardı her halde. Saatine
bakmayı nihayet akıl etti, 03.15. Sabah ezanına 1-2 saat olmalı daha, offf!..
diye geçirdi aklından. Andy de saate baktı ama yüzü son derece şaşkın ve
ifadesizdi. Bir yandan da düşünüyordu neden balkon kapısı açıktı, elbette bu
sıcak gecelere dayanmanın başka bir yolu yoktu ama önceki yaz kapılar kapalı
uyumuyorlar mıydı? Ah inat etmeseydi, “Doğa düşmanı değilim, ben evime klima
sokmam, enerjiyi sokağa atmam!” diye tutturmasaydı, bu sıcak gecelerde kapılar
kapalı uyuyabilirlerdi…
Aslı’nın yavaş hareketlerle ayağa kalktığını gören Andy
bağırmak istiyordu ama ses çıkaramıyordu. Bu kadın delirdi, diye düşündü. Aslı
el kol hareketleriyle sesleneceğini anlattı, içerde neler oluyor, kim var
görmek istiyordu. Hani pazar sabahı kahvaltı masasındayken kapı çalar da
açmadan önce şöyle bir üstüne bakar ya kadınlar, Aslı da kendini gözden
geçirdi, “İyi ki gecelik değil pijama giymişim.” diye düşünüp rahatladı.
Aslı “Kim var orda?” diye seslendiğinde Andy’nin
kıpkırmızı yüzü çatlayacak gibi oldu. Bu kadın gerçekten deliydi! Bir an
sessizlik oldu, cevap gelmedi. Andy kalkıp yanına gelirken Aslı bir daha
seslendi:
-Kim var orda?
İçerden bir ses yükseldi:
-Sadece birkaç şey alıp gideceğim!
Aslı çaresiz, utangaç biraz da sabırsızca seslendi yan
odaya:
-E alın da gidin o zaman. Lütfen…
İçerdeki ses, düşünceler âleminden zorlukla çıkmış
gibiydi. Sakin ama gözü pek birinin tok sesiydi.
-Bakınıyorum, birazdan çıkarım.
Aslı kocasını dürttü, “Say something!” diye fısıldadı.
Adamın onun tek başına bir kadın olduğunu düşünmesinden çekindi. Andy yarım
yamalak Türkçesiyle seslendi:
-Çantada para yok mu?
Aslı gülmemek için kendini zor tuttu. Yan odadaki
hırsızla odadan odaya konuşuyorlardı, üstelik bu dili konuşurken telaşlanan
Andy’nin sesi her zamankinden daha cılız çıkıyordu.
Duyduğu aksan karşısında şaşıran hırsız, kitaplıkta duran
fotoğraflardaki sarışın adamla tanışmış oldu böylece.
-Burada, masanın üstündeki kadın çantasında bir cüzdan
var. Sadece bozuk para gördüm.
Aslı market alışverişinde üstünde nakit kalmadığını fark
etmiş gibi oldu birden, hatta mahcup hissetti.
-Şey… Pek nakit taşımıyoruz biz ama banka kartlarım var,
hemen bir ATM bulabiliriz, olan bütün parayı veririm. Ya da kartı ve şifresini
vereyim köşeden siz çekin parayı.
Andy’le göz göze geldiler. Elbette ki bu konuşulanları
anlıyordu. Çok saçma olmasına rağmen bir an düşündü, hırsıza yanlış şifre verip
ondan kurtulabilirlerdi. Gerçekçi gelmedi bu, adamın o kadar aptal olması için
dua edebilirdi.
-Bankaymış. Tövbe tövbe… Elektroniklere bakıyorum da… Bu
siyah telefon sizin mi?
-Eşimin ama alsanız da işinize yaramaz. Kendisi yabancı
olduğu için yurt dışından gelen bu telefonu pasaportuna kaydettirdik, başka sim
kartla çalışmaz.
-Peki bu kırmızı telefon? Bunu mu kullanıyorsunuz siz?
-Farkındayım çok eski, ben de yenisini alacaktım… Şöyle
aplikasyon indirebileceğim bir telefon ben de istiyorum elbette.
-Yani kusura bakmayın da benim çocuğum bile kullanmaz
bunu.
-Ben daha önce tam 4 telefon çaldırdım bu yüzden de
pahalı bir şey alamıyorum!
Bunu dediği anda Aslı birden adamın orada bulunma
sebebini hatırladı. Bugüne kadar kimse evine, bu kadar yakınına gelmeye cesaret
edememişti ama defalarca çantasını çaldırdıktan sonra her seferinde ne kadar
öfkelendiğini anımsadı. O hiddetle nihayet yürümeye başladı ve oturma odasına,
adamın karşısına geldi.
-Ne alacaksanız alıp gider misiniz artık?
Peşinden gelen Andy yaşadıklarının gerçek olduğuna
inanamıyordu. Her halde bir rüyanın içindeydiler. Aslı’yı nasıl kontrol edeceğini
bilemedi, adamın yanında İngilizce konuşmaya da korkuyordu. Ya silahı varsa, ya
şu Allah’ın cezası sprey…
-Televizyonunuz güzel ama çok büyük, taşıyamam.
Birden Andy’nin cılız sesi yükseldi, artık hırsızın
gözlerine bakıyordu:
-Daha yeni bir sürü film aldık, Bluray, bunlar çok
değerli…
Birden Aslı’nın bakışını fark etti ve saçmaladığını
anladı. Aynı anda başka bir fikirle gölgelendi aklı, ya hırsız Bluray
oynatıcının farkına varıp onu götürürse… Kaç ay beklemişlerdi onu almak için…
Orta boylu, esmer yüzlü adam yavaş bir hareketle kapının
yanındaki anahtara dokunarak ışığı açtı. Sokak lambasının içeri süzülen ışığı,
yerini gerçekliğe bıraktı. Adamın elinde silah ya da bıçak yoktu ama üstündeki
ince ceketin cepleri şişkindi. Üçü de temkinli bakışlarla, soğukkanlı bir
şekilde birbirini süzmeye başladı. Tavşan desenli, kısa paçalı pijamaları
içindeki kadın çok da endişeli görünmüyordu. Otuz beş yaşlarında olmalıydı. Polisi
aramak için telefona saldırmadı. Evin giriş kapısına yaklaşmaya da çalışmadı. Siyah,
dalgalı saçları vardı. Yanındaki uzun boylu genç adam kesinlikle hırsızdan daha
atletikti. Boyuna göre inceydi ince ama sağlam bir görüntüsü vardı. Yavaş
adımlarla televizyona doğru yürüyen orta boylu adam ise hiç de zayıf değildi.
Yine de çevik olmalı diye düşündü Andy, yoksa nasıl balkona ulaşıp buraya
girebilirdi… Aslı ise adamın yüz hatlarını inceliyor, onun çok da kötü biri
gibi görünmediğine inanmak istiyordu.
Sessizliği bozan hırsız oldu:
-Takılarınız nerede?
-Yatak odamda aynanın önünde bir şeyler var ama çok
değerli değiller. İsterseniz getireyim.
Aslı gerçekten de bir avuç takıyı getirdi. Arada gümüş
olduğu belli, hafif kararmış birkaç küpe vardı.
-Yani aslında biz bütün takıları bu evi almak için
harcadık. Bakın şunlar da gümüş zaten, bu da gümüş bir yüzük bilmem işinize
yarar mı?
Bu son gösterdiği beyaz altın yüzük, tanınmış bir
tasarımcı işiydi ve Andy’nin düğün hediyesiydi. Arkadaşlarının o güne kadar
“Aaa, gümüş değil mi o?” diye dalga geçtiği yüzüğünü kaptırmaya hiç niyeti
yoktu. Zaten değerli tek takısıydı. Andy ise bu durumdayken Aslı’nın o yüzüğü
korumasına, böyle doğal bir şekilde yalan söylemesine inanamıyordu.
Hırsız pek ilgili görünmüyordu. Burada ne işim var diyen
bir ifade almıştı yüzü.
-Ama bakın bu bileklik beyaz altındır, bakın kenarında
ayarı da yazıyor. Taşı da pırlanta.
Birden yüzü aydınlandı hırsızın. Nihayet çıkıp
gidebilirdi bu evden. Hırsızın düşündüğünün aksine, taşı değerli bir şey
değildi ama gerçekten altındı. Neyse ki bu bilekliğin takımı olan kolyeyi
yatağının köşesine sıkıştırmıştı Aslı.
Andy her zamanki gibi geri plandaydı, konuşmak
istediklerini de anlatamazdı zaten. Koltuğa oturmak istedi ama hala yanlış bir
şey yapmaktan korkuyordu.
Hırsız yüzükle ilgilenmedi, bilekliği cebine koyarken son
bir kez şansını denedi:
-Yani size hiç takı makı takmadı mı ailesi?
Son sözü söylerken gözlerini Andy’e dikmişti.
-Eşim yabancı olduğu için… Onlarda bizimki gibi adetler
yok.
Aslı samimi davranmaya çalıştı. Yüzüğü korumaya
kararlıydı.
-Nakit para yok, takı desen bir bu… Telefonu da
pasaportuna kayıtlıymış. Alsam ne olur, ben bunu kırdırmasını bilirim de vifi’si bile yoktur bunun, kim ne
yapsın…
İlk defa ciddi ve uzun cümleler kurmuştu hırsız.
Kabalaşmaya başlıyordu. Aslı ürperdi bir anda. Sabahın ilerleyen saatlerinin yorgunluğu,
oturma odasına çökmüştü. Andy, ne versek de bu adamı göndersek diye
düşünüyordu.
Kısa bir sessizliğin ardından hırsız Aslı’nın yüzüne
bakarak Andy’i işaret etti:
-Af edersiniz de Türklerin suyu mu çıktı da bununla…
Aslı daha önce defalarca başına gelmiş durumların
refleksiyle:
-Siz ne diyorsunuz?
Durumu anlayan ve Aslı’nın öfkesini çok iyi tanıyan Andy
başlarına geleceklerden tedirgindi. Her zamanki gibi sakin ve medeni bir
şekilde konuşmak ve evlerinin ortasında duran bu adamdan kurtulmak istiyordu.
Bir de şu deyim… Su mu dedi adam, Türklerin suyu mu… Ne demek istemişti?
-Sünnetli mi şimdi bu? Değildir…
Aslı neredeyse tırnaklarını çıkarmış bir anne kedi
gibiydi. Ama bunu fark etmeyen adam konuşmasını sürdürdü.
-Bizim mahallede biri gâvurla evlenmişti.
-Gâvur mu?
-Yani yabancı, kusura bakma abla…
-Abla?!.
-İşte o kız yabancıyla evlenince caminin imamı söyledi.
Aslında Müslüman erkek yabancı kadın aldığında kadın Müslüman oluyor ya,
evlilik de kabul oluyormuş. Ama erkek yabancıysa, yani af edersin, nikâh
sayılmazmış.
Andy burada “yabancı” dışındaki sözcükleri pek anlamadı.
Ama Müslüman sözcüğü geçtikçe Aslı’nın bir anne kediye dönüştüğünü gördü.
Sizli bizli konuşmalardan tekil kişiye nasıl geçtiklerini
anlamayan Aslı, adamın gözlerine delici bir bakış attı.
-Camiye gidiyorsun yani?
-Bazen…
-İmam hiç “çalmayın” demiyor mu? Benim kocam bana haram
da benden aldığın şu altın mı helal be adam?
Sesi iyice yükselen Aslı çok ince bir çizgiye eşit
uzaklıkta sınırlara gidip geldiğinin farkına vardı. Andy’nin yüzüne bakmamaya
çalışıyordu çünkü şu an onun gücünü kırabilecek tek şey, bir yavru kedi
şaşkınlığıydı. Ama ya hırçınlığıyla hemen şimdi bu adamı gönderecekti ya da
hırsız onların canını yakacaktı. Aslı hızını düşürmemeye karar verdi. Son
viraja dayanmıştı.
-Adam, sen benim ne çektiğimi biliyor musun bu milletten?
Yok kocam mıymış, yok nasıl olurmuş, ailem ne demişmiş, sana ne adam? Nereye
gitsem zaten turist fiyatı, herkes bizde para var sanır, kocam yabancı ya, oh
herkes dolandırsın bizi. Al sen gördün, çok mu param var, mücevher mi var bu
evde? Bak artık canıma tak etti, yıllardır çektiğim her şeyin acısını senden
çıkarırım. Şimdi öyle bir çığlık atarım ki bütün apartman ayağa kalkar, yok
bizi vurur musun boğazımızı mı kesersin, ne yaparsan yap. Ama ben o çığlığı
attıktan sonra sen bu apartmandan çıkamazsın!
Aslı daha lafını bitirmeden hırsız mahcup bir ifadeyle
zoraki gülümsemeye çalıştı. Bir yandan da geri geri yürüyordu. Andy’nin kanı
donmuştu ama adam gidiyordu işte. Hırsız ceketinin cebinde sadece bir
bileklikle hızlı hızlı merdivenleri inerken Aslı’nın nefesi kesilmişti.
Kalbinin nasıl attığına inanamıyordu, yavaş adımlarla mutfağa gidip yarım
bardak su içti. Yarım bardak da Andy’e uzatırken soğukkanlı görünmeye çalıştı.
Dizlerinin titrediğini ona hissettirmedi. Bütün enerjisi çekilmişti ama
Andy’nin eleştirilerine, ya şunu yapsaydı, ya bu olsaydı… serzenişlerine
dayanamayacaktı. Andy suyunu içerken Aslı normal bir sohbet başlatmaya çalıştı.
-By the way, I should’ve asked him how he climbed up to the
4th floor. (Her neyse, 4. kata kadar
nasıl tırmandığını sormadım, keşke sorsaydım.)
Andy, Aslı’ya pek yüz vermedi. Onun çılgın tepkileri
yüzünden az önce başlarına gerçek bir bela gelebilirdi. Kapıya yürüdü, adamın
gitmiş olduğundan emin olmak istedi. Ses yoktu. Dürbünden baktı, kat da bina da
hareketsiz, sabahı bekliyordu. Temkinli bir adam olarak kapıyı açmadan önce
zincir kilidi taktı, sonra yavaşça araladı. Hırsızın gittiğinden emin olduğu
anda dışarıdan bir tıngırtı geldi. Deliğin dış tarafında Aslı’nın anahtarı
sallanıyordu.
Yine kapıda unutmuştu.
Temmuz, 2011