Hamileliğimin son bir ayı memleketle meşguldü kafam. Çokça üzüldüm, bir o kadar umutlandım. Ne Facebook'ta ne bloğumda hayatımı paylaşamadım, bencilce geldi kendimden bahsetmek.
Sonra 1 Temmuz günü Theo geldi hayatımıza. O gün bugündür başka hiçbir şey yok! Gezi Parkı'yla başlayan devrimin ortasına geldi Theo, benim kişisel tarihimin en anlamlı olayı haline geldi. Bana 'devrim' yaşatan bir küçük insan...
Theo'yla ilk tanışmamız benim doğum zaferini kazanmamla oldu. Ben doğuma o kadar konsantre olmuşum ki, Theo'yu kucağıma alınca çok bir şey hissedemedim. Hastanedeki ilk gece onu seyrettikçe, uyuyamadıkça geldi o his. Bambaşka bir aşktı bu. Ben bu minik, savunmasız, küçük adama benzersiz bir aşkla bağlanacak, ilerleyen günlerde kendime şaşırarak bu melankoliye tutulacaktım...
Bu kocaman dünyada Theo küçücük. Bizim dünyamızda bizim renklerimiz, bizim seslerimiz, bizim kurallarımız var. Theo hayatın daha çok başında... Ve bu anne ve baba oldukça acemi! Bizler ki 30'lu yaşlara gelmiş, hayatta hemen her konuda belli bir tutumu olan, her şeyi bildiğini sanan, görece 'olgun' adamlar ve kadınlar olarak öğrenmemiz gereken şeyler karşısında bir anda tökezliyoruz. 2 günlük bebeğin kıyafetini değiştirmek mesela, hararetli politik tartışmalardan daha basit değil!.. Yani demem o ki, çok acemiyiz ve daha öğrenecek çok şey var. Umarım Theo hatalarımızla sever bizi.
Biz ona kavuştuğumuz için dünyanın en şanslı ebeveynleriyiz...
Bu bir 'Hoş Geldin Deniz Theo Ceux' yazısıydı. Doğum macerası bir dahakine...
1 comment:
Theo'nun emerken ilk günkü halini ve iki gün sonra bu konuda nasıl uzmanlaştığını hiç unutmayacağım :) Aramıza hoşgeldin Theo dostum!
Post a Comment