Simdi yaziyorum yeniden. Hayatimin onemli kadinlari uzerinde dusunuyorum birkac gundur ve kadinlik olgusu uzerine elbette. Kadinliklarina hayran olduklarim var, mesela Zuhal Olcay, Ece Temelkuran ve Elif Safak. Zuhal Olcay'i digerleri kadar gozetledigimi soyleyemem, sadece birkac oyunda canli izleme firsatim oldu, birkac roportaj, diziler. Ece Temelkuran mesela, fikirlerimin %100 ortusmedigini bildigim, bazen fazla sivri buldugum ama gunluk yazilarini kacirdigimda eksiklik hissettigim bir yazar. Beynini ve durusunu seviyorum bu kadinlarin. Hem de kadin duruslarina ragmen cinsiyetci yan gozetmemelerini. Zira bu kadar kadin kadin diyorum ya simdi, icinde cinsiyet ayrimcilik olan her bakistan uzak duruyorum bilakis...

Sonra 2006 yazi. Londra'ya ucmak uzere hava alanindayim. Hayatim epeyce degismis bir onceki yazdan ve kitaptan beri. Baba ve Pic cok yeni daha. Firindan taze cikmis Ramazan pidesi gibi aliyorum, tazecik, sicacik, ucakta basliyorum

Ama kendi ulkesinde kendini yargilayan insanlar, Elif Safak'in ne yazdigini merak edip 500 sayfayi okumaya tenezzul etmedi. Iste cehalet de adaletsizlik de burada. Internette hem de takip ettigim Milliyet gazetesinin okuyucu yorumlari beni gercekten uzdu. Yok aslinda yazar bu sekilde reklamini yapiyormus falan... Ve orda, okuyucu yorumlarinda gordum insanlarin bilmedigi, merak duymadigi, arastirmadigi konular uzerinden hatta okumadigi bir kitap uzerinden nasil sacma sapan siyaset yaptiklarini... Tabii bir de hayatlarinda hic roman okumadiklarini varsaydim. Yoksa bir romandaki karakterlerin diyaloglarini boyle yargilamayi dusunemez bir okur.
Ve bu yaz, yine Londra'ya donerken, yine hava alaninda Bitpalas ve Araf vardi posetimde. Ne yalan soyleleyim Bitpalas'ta cok bulamadim bekledigimi. Yine harika bir dil, yine ilginc ve yasayan karakterler ama doyurmadi benim Elif Safak aliskanligimi. Araf ise senlikli ve bunalimli karakterleriyle cok tanidik ve sicakti benim icin. Necla'yi cok dusundum okurken, orada olan biri olarak ne dusundugunu... Ama Baba ve Pic'ten daha yukari seyredemedi benim haz grafigim.
Simdi elimde Siyah Sut. 10 gun onceki kucuk bir Istanbul kacamaginda ablam ve Xavier'le Taksim'deki bir kitap evindeyiz. Xavier durtuyor beni, "Bak Nesli, senin sevdigin yazar!" Turkce bilmeyen sevgilim, biliyor sevdigim yazarin ismini... Icim isiniyor, hemen kapiyorum kitabi. O ara okudugum baska bir roman oldugu icin ancak basliyorum kitaba. Dun...
Ben yine hayran kaliyorum bu kadina. Kitabin inceligi ve cabuk bitecek korkusuna ragmen obur davraniyorum okurken. Basim donuyor; sozcukler, yazma tutkusu, bu kadinin kelimelere olan aski... Konu karamsar. Bir kadinin dogum sonrasi, bebek karari oncesi... Son zamanlarda, ara ara artik yasimin ilerledigi kaygisiyla kendimi yakaliyorken ve aile, bebek, annelik...ardindan "Yok Nesli, daha neler"ler... korkular... Yani ben cok da gonullu olmayarak evrimime devam ederken nerden cikti bu kitap!! diyemiyorum iste. Bu kadin cok akilli, cok duyarli ve cok insan.
.........................
Kadinlik uzerine dusunuyorum yine bol bol. Annelerimize, bizlere ogretilen kadinlik Turkan Soray kadinligiydi. Guzelligi bir kenara, hic cok sevemedim Turkan Soray rollerini. Cingene de olsa assolist de ya da bir anne veya hayat kadini, hep ayni bakar Turkan Soray. O suh bakan muhtesem gozlerinin altinda baska bir kadin vardir oysa; hep kendini feda etmeye hazir, sevdigi tarafindan yanlis anlasilip zulum gorse bile hep affedici ve affettikten sonra da hep mutlu. Matematiksel saglamasini yapiyoruz, dogru cikiyor sonuc. Her evli erkek karisini aldatir Turkiye'de, herkes bunu kabul edilmesi gereken bir gerceklik olarak beller. Kadinlar da affeder bir sekilde. Ama affettikten sonra oylesine mutlu olunamaz iste Turkan Soray gibi. Yine de hala ogle kusaginda bu siyah beyaz filmlerin iyi rating aldiklarindan eminim...
Ben erkek ya da escinsel olsam Turkan Soray'a degil, basta saydigim kadinlara asik olurdum, bir o kadar da korkardim bu kadinlardan...