Wednesday, April 21, 2010

Bir kadın ne yapabilir ki?

Yoğunum. Vücudum meşgul, oradan oraya koşuyor. Yazamıyorum. Kafam yoğun. Sürekli ustayı, çatıcıyı, en şık ve ucuz fayansı, küveti bulmanın derdinde aklım... Bir sonraki aşama da mobilya, beyaz eşya... Dağıldım kaldım. Aslında şikayet edecek ıvır zıvır bir sürü şey var. Arabesk bir tonda "isyanlardayım" yani. Bütün bu işler bitip de nihayet evimize taşındığımızda yabancı bir kocaya sahip olmak ve tüm bu ev sürecinde üstlenebileceğiniz sorumluluklar üstüne kitap yazmak gibi bir fikrim de vardı :) Ama bu, aşk, fedakarlık, çaba içeren bir yazı olacak!!!

6 ayı geçiyor... Bir hayat düşünün, yıllar sonra şehrinize dönmüş, iş hayatına bodoslama dalmışsınız. Ama ofis saatleri dışında zamanınız sadece ev aramayla geçiyor. Onca emlakçı, yorgunluk, erkenden başlayan hafta sonları... Evi bulduk diyelim. Ya ödeme, borç, kredi gibi asla öğreneceğime ihtimal vermediğim finansal detaylar?

Hani bir fatura dahi yatıramayan bir kadın tipi vardır, Türkiye'de çokça görürsünüz. Nasıl olmuşsa önce babadan sonra kocadan ve oğullardan gelen destekle hayata karşı şımartılmıştır bu kadınlar. İşte onlardan olmak isterdim. Yok artık, demeyin, cidden isterdim. Tabii daha gençken sorsalar muhtemelen kendi kendine yeten güçlü bir kadın olmayı hayal ederdim. Ama bu aralar fena bir özenti içindeyim o kadınlara...

Hayat öyle bir şeymiş ki meğer, cidden altından kalkılamayacak şey yokmuş. He belki de dağına göre kar meselesi, bu konuda kararsızım. Yani aslında kendini "finans özürlü" olarak tanımlayan, mali konularda ablasıyla konnuşmadan işin içinden çıkamayan ben, bankalar, faizler, krediler konusunu birkaç günde sökmüşüm... Tabii sosyal yeteneklerim ve organizasyon gücüm fena değildi hiçbir zaman. Organizasyon demişken düğünümüzü de ben organize etmiştim!!! Neyse, iletişim becerilerinden bahsedecek olursak 4 ay boyunca ziyaret ettiğimiz 60 civarı ev, bir sürü iletişim gerektirdi. Nihayet evimizi bulduk. Hatta bankacılar, faiz oranları, dosya masrafları derken krediyi bile hallettik(m). Bitmiyor, bitmez... Tapusu var, vergisi var, işlemleri var... Oldu. Yine bitmedi. tadilat var. Sorun bana, ısı izolasyonu için hangi markanın ne renkteki malzemesini kullanmalı... 2 cm yeterli mesela evin içinden olunca. Sonra tesisat kuralları, pis su giderleri, laminat fiyatına gerçek ağaçtan nasıl yer döşemesi yapılabileceği... (çıtalar çok uzunsa aman yapıştırma yapmayın, mutlaka ızgara gerekir alttan ki üstüne çakma olsun, yoksa birkaç yıl sonra tahtalar kıvrılmaya başlar maazallah) Sorun bana anlatayım. Dedim ya kitap bile yazabilirim süreç sonunda!

Ama en zoru usta bulmak, derdinizi anlatmak, pazarlık etmek. Çünkü tam da bu aşamada hayallerini kurduğunuz, sonunda istediğiniz gibi olacağını umut ettiğiniz için tüm bunlara katlandığınız o ev, bambaşka bir şey olabilir! Yine de bu aşamanın sonuna geliyor olmak heyecan verici...

Peki biter mi? Birmez... Faturaları kim açtıracak? Nesli. Yarın öbür gün eve beyaz eşyalar gelse, ustalar bağlasa kim orada olmak zorunda? Tabii ki Nesli. Bankaya talimat verilecek. Kim? Evet, bu sefer de Zaviyer Bey değil (bankacımızın Xavier'in ismini telaffuz ediş şekli. Diyalogları bir merhabadan öte gidemediği için her şeyi Nesli çözmek zorunda) He bu arada sevgilim ne yapıyor? Elinde kataloglar, beyaz eşya ve mobilya bakınıyor. Siz olsanız, buna özenmez misiniz? :)

Mutsuz muyum? Hiç de değil! Hayat, her şekilde bir koşturmaca. Bu olmasa başka bir şey olur bunu biliyorum. Hem dillinizi konuşamayan bir partneriniz varsa ve bu ülkede yaşıyorsanız, böyle olmak zorunda, bunu da billiyordum daha en başta... Sadece şaşırıyorum bazen, ben "bu kadar" olduğumu bilmezdim şahsen. He bir de "elinin hamuruyla..." diye başlayan cümleler var ya, işte en çok onlar beni deli ediyor bu ara. Kadın olduğu için bilmem neyi halledemez, diyen erkekler...

Xaviercim arada "sorry" diyor bana, elinden bir şey gelmediği için üzülüyor... Ve bazen durup dururken teşekkür ediyor, bu sorumlulukları üstlendiğim için. Yani kıymet billiyor, en azından. Bu yüzden mutsuz değilim. Ama yorgunum. Çok yorgunum. İstanbul'a dönüp de bu kadar asosyal bir hayat düşlememiştim. Kimseyi görecek vaktim yok. Neyse ki Film Festivali'nde 3 film seyrettim, yoksa her şey daha zor olurdu :)

Şimdi yarın gece yollara düşmenin hayali aklımı başımdan alıyor. 3 gün Ayvalık'tayız. Sadece Xavier, ben, deniz, zeytinyağı... Taş Kahve, deniz börülcesi, papalina... Xavier ilk kez Ege'yle tanışacak. Ben Cunda'ya tekrar aşık olacağım.

Hayat güzel... değil mi? ; )