Sunday, May 07, 2017

Devir...

Bir devir bitiyor. Yeni bir yolculuk başlıyor...

Ben hiç macera istemezken... Artık alışkanlıklarımla mutluyken...

Elif Lea 8 aylık oldu. Fiyonk ağızlı, fincan gözlü kızım benim. Daha onu yazamadım... Biraz dağılmış haldeyim. Tam da bu dönemde gidiyorum.

Ne demiş Yahya Kemal?
Ölmek kaderde var, bize üzüntü vermiyor;
Lakin vatandan ayrılışın ızdırabı zor.

Vatan? İstanbul? Memleket?..

Benim için ailem ve arkadaşlarım var. Sokağımdaki sucu var mesela gidişimize üzülen. Abbasağa parkındaki ağaçlar var... Şahane anneler grubum var. Mayaladığım yoğurt tutmadığında hooop Elif'e ev yoğurdu getiren, kaka sorunu var ama ben dışarı çıkamıyorum diye bir poşet ıspanakla uğrayan, mevsim dışı tatilimiz için Elif'e asla bulamayacağım yazlık giysileri hızır gibi yetiştiren annelerden bahsediyorum! 

Sanırım bana ızdırap veren Beşiktaş'tan ayrılmak. Mutfak penceremden bana gülümseyen masmavi deniz, Theomun parktaki arkadaşları... Ayrılık bunlar olsa gerek.

Oysa nasıl da aşıktım İstanbul'a... Üniversitedeyken İstanbul dışında bir yaşam düşünemiyordum. Tabii o zaman nüfus 10 milyon falandı sanırım. Londra'ya gittim. Yine dönecektim, İstanbul beni her fırsatta çağırdı. Şimdi yedi buçuk yıl sonra... Nefes alınamaz oldu bu şehirde. Ama daha önemlisi, bu ülke çocuklarını sevmez oldu. Ve ben anne oldum...

Artık gitme zamanı. En azından deneme zamanı... Xavier'in iş bulması onun şehrine, Brüksel'e gitmemiz için bir fırsat oldu. Denememiz lazım. Çocuklarımla daha fazla vakit geçirmem lazım. Çünkü Theo'dan Elif'e benim en büyük deneyimim nasıl çabuk büyüdüklerini görmek oldu... Onlarla olmak için bir fırsat bu. 

Macera? Yeni bir şehir? Yeni bir dil?.. Hayatımın oldukça tembel bir döneminde bunlar hiç heyecan uyandırmıyor. Ama gidiyoruz. Gidiyorum.

Gidiyorum.

------------

Eskiden şöyle düşünürdüm: Ayrılıklarda hep geride kalan daha çok hüzün taşır. Giden nasılsa yeni bir hayata adım atmıştır. Yeni heyecanları, umutları vardır. Dolayısıyla özlemeye, geri dönüp bakmaya pek fırsatı olmaz. Geride kalan yalnızın boşluğunu hisseder, anılara tutunur. En çok o üzülür...

Şimdi şunu biliyorum: Geride kalan özleyecek ama hayat kaldığı yerden akacak. Bu ülkede gündelik aksiyonlar ya da hafif yaşam sarhoşlukları, orta sınıf alışkanlıkları dolduracak yine günleri. Arada "Gittiler ama iyi yaptılar. Zaten kocası yabancı, neden geldiler ki buraya. Hem orada standartlar daha yüksek..." diyecekler arkamızdan, biraz Facebook like'ları falan, kalpli ifadeler... Hayat akacak. Giden ise en sevdiklerinin arasında yalnızlığın -de halini yaşayacak. "Brüksel'de" olacak.

Vakit çok azaldı.

Haftaya bugün evimiz, parkelerini iki kişi sırtlanıp üçüncü kata kendimiz çıkardığımız evimiz bizsiz kalacak. Eşyalara ve şey'lere çok bağlanmamak lazım tamam da her santiminde emek var. Yabancı koca olunca bütün ustalarla kendim uğraştığım koca bir tadilat var, benim emeğim var.

Sonrasında iki hafta annemde kamp kuruyoruz. 27 Mayıs'ta yeni evimizde, Brüksel'deyiz. 

Zaman dar ama uğrayabilen, görmek isteyen dostları bekleriz.

Hüzünden anlamayan güleç bir kızım ve dünyayı sallayacak bir oğlum var. Onlar yanımdayken vedalaşmak imkansız. Belki karşılıklı iki gülümseriz. Güzel olur.