Thursday, February 13, 2014

İnsanoğlunun amacı çoğalmakmış meğer...

Kaplanlar iki yıl annelik yapıyor... Önce emziriyor, sonra avlanıyor, yavrularını etle besliyor.

Kediler 2 ay annelik yapıyor, en yabanıl hallere bürünüp tüm fedakarlıklarıyla bebeklerine bakıyor.

İnsanoğlu da bebeğini müthiş bir telaşla ve mutlulukla karşılıyor. Anne dediğin yeri geliyor dişi kaplana dönüşüyor. Evde oturuyor, bebeğine bakıyor günlerce, aylarca, bazen yıllarca...

Günün birinde işe dönerse bakıcı/kreş çağı başlıyor ya da en geç ihtimalle çocuğun okul çağı geliyor.

İnsanoğlu evrilmeye devam ediyor. Bugünün insanının bildikleri ve sergilediği yetenekler konusunda gurur duyuyoruz hepimiz. Şimdi öyle çok bilgiyle yetişiyoruz ki, eski nesillerin bebekliklerinde bu kadar akıllı olmadıklarından eminiz neredeyse. Sosyal bir evrim olarak medeniyeti hep ilerletmeye çabalıyoruz.

Çocuklar matematik öğrenmek zorunda. Coğrafyayı, tarihi, hepsini uzmanlardan öğrenmek zorunda. Zaten evde öğretebileceğimiz şeyler çok kısıtlı çünkü biz bu konularda cahiliz, onların en donanımlı halde öğrenmesi gerekiyor biyolojiyi de sanatı da... Bu yüzden çocukluk çağında (şanslıysak) birkaç yıl geçirsek de onlarla, gün gelince okul, sonra da iş hayatı onları bizden uzaklaştıracak. Öyle ya da böyle... İş ne için? Okul ve kariyer? Koca koca şehirlerde yaşadığımız ve ormanda avlanamayacağına göre, nihayetinde karnını doyurmak için para kazanması lazım. Yani dünyaya geldi, çocuk oldu, aileden uzaklaştı, okula gitti, büyüdü. Oh artık karnını doyurabilir... Tıpkı hayvanlar alemindeki gibi değil mi?

Ve biz o koklamaya doyamadığımız minicik bebekleri, aynı kaplanlar ve kediler gibi annelik süremizi doldurup da dışarı salmak için dünyaya getiriyoruz. Çoğalmak için yani. Hepsi bu.

Yabancı bir belgeselde izlediğim o 70 yaşındaki Afrikalı duvar ustası anlatıyordu. 20 yıl çıraklıktan sonra kendi başına duvarlar inşa etmeye başlamıştı. "Okul mu", diyordu, "asla gitmedim. Biz akıllıyız ve aklımızı daha iyi kullanıyoruz. Beynimi çalıştırarak geldim bugüne..."

 

Monday, February 10, 2014

Ebeveyn diyalogları vol.3

Bu seferki diyalog Kayra’nın annesi Canan’la...

Theo, Kenan ve Kayra bizdeyken...


3 hafta önce falan Göktürk’e, Pascaline ve Kenan’ı ziyarete gidiyoruz. Otobüsteyiz, göğsümde, kanguruda uyuyan Theo uyanıyor ve bana dünyanın en güzel bakışını atıyor. Yanımda oturan Canan Theo’nun bana ne kadar romantik baktığına inanamıyor.

Pascaline’lere varınca minikler yerde oynuyor, Canan Kenan’la başlıyor...

-Kenan 3 yaşına geldiğinde spor salonuna gitmeye başlayacak, 5 yaşında ilk şampiyonluğunu kazanacak.
-Kayra ne yapacak? diyorum.
-Kayra şarkıcı olacak, diyor Canan. Ben atlıyorum:
-Belki de dansçı... (Öyle ya daha önce Kayra’nın gelecekteki Cirque de Soleil kariyerinden bahsediyorduk.) Peki ya Theo neci olacak, diye merakla soruyorum. Canan az biraz düşünüyor...
-Theo kesin şair olacak, otobüsteki o bakışından sonra eminim. Romantik bir şair olacak!




Sunday, February 02, 2014

Subat geldi


Theom, benim boncugum... Bu yazi direkt sana yazilmali.

Sen henuz aylari bilmiyorsun ama Subat geldi. Annecik ise donuyor, buyuk ihtimalle bunu da bir sure anlamayacaksin. Once aaa anne nerede, sonra anne bir yere gidiyor, daha sonra anne gitme... ve nihayet anne neden gidiyorsun?.. Gidiyorum cunku hepimiz icin boylesinin daha iyi olacagina inanmak istiyorum. Senin egitimin, sana daha iyi bir gelecek icin falan degil, baban ve ben boyle bir dunyaya inandigimiz icin ve hepimiz icin... Neyse, bu yazinin amaci seninle gecen 7 ayimizdan azicik bahsetmek.

Hatirlayabildigim hayatimda bugune kadar kimseyle 24 saat boyunca birlikte olup bu kadar zaman gecirmedim. Benim de senin bebeklik caginda olup ananenle gecirdigim zaman var elbette ama hatirlamiyorum. Hatirlayabildigim sadece seninle olan zamanlar... Ve ne yazik ki bu zamani da sen hatirlayamayacaksin.

Bazen belki de boylesi daha iyi, diyorum. Sacma sapan sakalarimi hatirlamayacaksin!! :) Peki seninle oynadigimiz oyunlar, kahkahalarimiz?.. Son uc aydir mutlulugunu gulucuklerle ifade ediyorsun ve gulumsediginde hayatimi guzellestiriyorsun. Son gunlerde aksamustu gokyuzunun renkleri degisirken mutfak caminin onune geciyoruz birlikte ve sen kilisenin catisindaki martilari hayranlikla izliyorsun. Ben kokunu depolamaya calisiyorum o anlarda. Ah olmuyor... Fotograflarin yanimda olacak da o kokunu nasil depolayacagim bilemiyorum...

Seni cok emin ellere birakiyorum, o sorun degil de ozleminle nasil basa cikacagim? Sen her gun yeni seyler kesfederken yaninda olamama fikri beni kahrediyor. Mesela iki gundur ellerinle gel isareti yapmaya calisiyorsun. Yeni olan her seyle havalara ucuyoruz. Peki bundan sonra nasil olacak...

Bu 7 ay hayatimin en dolu zamaniydi. Her animiz aksiyon doluydu :) Istanbul'un altini ustune getirdik, Bogaz'da, Moda sahillerinde, Buyukada'da, parklarda gezdik, arkadasim olan teyzelerinle bulustuk, kafelerde arka masalarla flort ettin omuzumun ustunden... Ve asla kendimden beklemeyecegim yeteneklerimi kesfettim. Mesela asla sarki soyleyemezdim eskiden, simdi seninle sarki soylerken sesimden utanmiyorum, sokaklarda sarki soyleyebiliyorum. Ne guzel! Ayrica sag elimi asla kullanamazdim. Once sen surekli omuzumda oldugun icin sag elimle notlar almaya, senin emme ve uyku saatlerini yazmaya basladim. Sen buyudun, kucagima oturdun; ben bir yandan sag elimle yemek yer oldum. Vaaay be, dedim. Simdi bazen sag elimle seni besliyorum. Buna hala inanamiyorum...

Boncugum benim... kuzum... Zor olacak ama alisacagiz. Birlikte oldugumuz her an dunyanin en mutlu insanlari olacagiz yine. Hayatimda olman, bizlere gelmen zaten en buyuk talih. Bunu hic unutmadan buyuyecegiz seninle.