Monday, June 30, 2014

Başlangıcın hikayesi...

Harika bir İtalya tatilinden döndük. Sonra yazacağım. Valizler mutfağın ortasında, kirliler, çantalar... Ama yine de yazacağım.

Floransa'da soruyorum, yakinda kac yasinda olacaksin Boncuk?!

Az önce hatırlattı Xavier, “Geçen yıl tam bu saatlerde ne yapıyorduk? Her şey oldukça normaldi... değil mi?” Evet, dün gibi hatırlıyorum o saatte Vampir Günlükleri’ni izliyorduk. Akşamüstü ablam uğramış, Theo’yu yatıracağımız sepeti bırakmıştı. Aşağı inmiştim ve sepeti yukarı taşımayı teklif etmiştim. Ablam enerjime şaşırmıştı... Sonra sevgili İlke ve Edwin ziyaret etti bizi. Karnım ne aşağı inmişti ne de yürümemi zorlaştırmıştı. O yüzden çok emindim, daha 1-2 hafta olmalıydı doğuma! İlkeler gidince çok çabuk bir şekilde dolapta kalan yemekleri yedik. Bulaşık makinesi temizlerle doluydu ve hiç yapmadığımız halde o akşam yediklerimizin bulaşıklarını lavabonun içine bırakıp dizi izleyip yattık. Bulaşık detayı da nerden çıktı diyenlere açıklama, biraz daha okuyun...

O gece her şey normal şekilde yattık. Ama ben gece 2 gibi uyandım. Hafif karın ağrıları hissediyordum ama doğum sancısının ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Birkaç kere tuvalete uyandım, geri yattım falan derken kasıklarımın iki yanında aynı anda gelen sancılar hissettim. Xavier’i uyandırdığımda saat 3 ile 4 arasıydı. Suyum gelmişti sanki ama onu da çok anlamadım çünkü öyle filmlerdeki gibi foşş diye gelmemişti. Az az bir ıslaklık hissettim. Saat 4 olduğunda ben pilates topumun üzerinde hafiften oryantal yapar gibi kıvırtmaya başlamıştım. Bir süre önce edindiğim ama yeterince pratik yapamadığım nefes çalışmaları CD’sini koydum CD çalara. Julia’nın yolladığı doğum notlarına bir türlü bakmadığım için müthiş kızgındım kendime. Bu arada Xavier ne yapıyordu? Şaşkın bir halde, eli ayağına dolaşmış şekilde bulaşık makinesini boşaltıyordu!! Çünkü biberon, göğüs pompası gibi bir sürü ıvır zıvır aksesuar vardı hastaneye götürmek istediğim ve bir tek onlar yıkanmamıştı. Onları yıkayıp sterilize etmemiz gerekiyordu ki lavabo doluydu, bulaşık makinesini boşaltıp lavabodaki kirlileri yerleştirip öyle yıkayabilirdi biberonları... Böylece bütün işleri tamamladık, benim sancılar 10 dakikaya, 5 dakikaya düştü ve hadi artık hastaneye gidelim dedik. Ama bu sancı meselesi de filmlerdeki gibi değildi. Önce Xavier’in omuzlarına tutunarak asıldım. Fena değildi gerçi ama ne zaman ki dizlerimin üzerinde durup koltuğa kollarımı uzattım, işte buydu! En rahat pozisyonu bulmuştum ve sancı geldikçe hemen yere, dizlerimin üstüne indim. Bu sırada Xavier de belimi ovuyordu, üzüm çekirdeği yağını lavanta yağıyla karıştırmıştı ve hiç de fena değildi... Bu yüzden hastaneye giderken hep eve geri gönderileceğimi düşünmüştüm, doğum daha komplike olmalıydı!!
Tabii ki sokağın başındaki fırın sabahın 6’sında servis aracına poğaça yetiştirmekle meşgul olduğu için taksi kapımıza kadar gelememişti. Xavier elinde bir küçük valiz, sırtında da bir çantayla yürüken ben de elimde pilates topumla hem hafif sancılar çekiyor hem de fırıncıya söyleniyordum. Ya ambulansa ihtiyacım olsaydı? Çok şükür ki yürüyebiliyordum! Aslında saat 6 olmasa, bizi bu halde bir de şıpıdık terliklerimizle görenler pikniğe gittiğimizi düşünebilirlerdi, bir küçük tüpümüz eksikti.

Takside rahattım. Xavier çok heyecanlıydı. Hastaneye vardığımızda saat 7’ye geliyordu. Gece vardiyasından kalan uykulu görevliler bizim kayıt işimizi yavaştan alırken bir sancı geldi bana. Pilates topumu yanıma bırakıp duvara kapandım hemen. Aslında saklambaç oynarken gözlerimizi yumduğumuz o sahne gibiydi. Ama ben 20’ye kadar saymak yerine nefesime konsantre oluyordum ve Xavier’e bağırıyordum, “Çabuk masaj yap!” Elbette bu sahneyi izleyen kayıt görevlilerinin uykusu açıldı ve siz yukarı çıkın biz kaydınız yaparız, dediler. Dişlerimin arasından “Bir durun, sancı çekiyorum burada!” dediğimi hatırlıyorum. Birkaç saniye sonra ben de hayat da normale dönmüştük ve gülümseyerek yukarı çıktım. Bir doktor beni muayene edecekti ve büyük ihtimalle beni eve yollayıp biraz sancı çekmemi tavsiye edecekti... Oysa ilk muayenede 5-6 cm açılma olduğunu ve yatışımın yapılacağını söylediler. O an gerçekten çok şaşırmıştık! Hamileyken harika bir destek aldığım kendi doktorum o hafta tatildeydi ve sadece son muayenede gördüğüm doktor doğumuma girecekti. Ama ben bu konuda çok rahattım çünkü alt komşum Elif’in de başına aynısı gelmişti ve doğumunu yaptıran bu bayan doktordan çok memnun kalmıştı!!

Hastane odamda Xavier’le fotoğrafımız karşımda duruyordu. iPod’umu ve hoparlörünü yanıma almıştım tabii ki ve bir yandan pilates topunun üstünde rahatlarken bir yandan da Pachalbel’in Canon’unu dinliyordum. Tabii benim hazırlığımı ve ekipmanımı gören hemşireler biraz şaşkındı. Aslında ayakta durduğum ve hareket ettiğim anlar sancıyla başa çıkmak çok kolaydı. Saat 7.30 gibi bir hemşire geldi ve bana suni sancı başlatacağını söyledi. Ben kabul etmedim, doğumun kendi zamanında ilerlemesini istediğimi söyledim. Biraz sonra aynı hemşire neredeyse yalvardı, doktorun saat 8 gibi varacağını o gelmeden suni sancının başlaması gerektiğini söyledi. Bu hemşirenin bu hastanedeki son günüydü ve o gün bela istemediği çok belliydi. Ama ben kabul etmedim. Saat 8’de bütün vardiya değişmişti ve benim muhteşem ebem de doktor da hepsi güne taze bir başlangıç yapmıştı. Cici doktorum gelip rahmimin 5 cm açılmış olduğunu ama bu ilk doğum olduğu için çok uzun sürebileceğini, bebeği strese sokmak istemediğini açıkladı. NST cihazında fazla sancım olmadığı görülüyordu ve her nasılsa ikna oldum. Ben de onları sabit ve hafif dozda bir suni sancıya ikna ettim. Bu arada sordum, ortalama kaç saat sürerdi doğması? Ona göre anneme ve ablama haber verecektim... Hiç belli olmaz, akşam üstünü bulabilir, dediler. Ama yine de biraz telaşlanmaya başlıyordum ve ablamı aradım. 30 sn falan konuştuk ki sancı gelince çat diye kapattım telefonu. Tabii suni sancının etkisini NST’de görmek için beni bir 15 dakika yatırdılar. İşte o bölüm korkunçtu! Yatarak sancı çekmek çok sevimsiz, gereksiz bir şey. Ardından hop kalkyım ayağa. Doğum 10 cm’de gerçekleşecekti ama koşturmamak için 9 cm olunca üst kattaki doğumhaneye alınacağımı söylediler bana. Ben yine de annemi arayayım dedim, prensip olarak sancı çektiğim sürede kimsenin hastanede, yakınımda olmasını istemiyordum. Bağıracaksam kendimi rahatlatacak şekilde bağıracaktım ama en sevdiklerim bunu duymayacak, benim için endişelenmeyeceklerdi. Zorlandığımı düşünüp beni ya da doktorları normal doğumdan döndüremezlerdi. Annemi aradım ama açmadı telefonu. Ablam aramış daha sonra, annem atlamış gelmiş hastaneye... Ama tam da istediğim gibi, beni odada sancı çekerken yakalayamadı.

Saat 9’da ebe geldi yanıma, o muayene ederken ben sanki ÖSS sınav sonucumu bekler gibi sordum, kaç santim?? Kaç santim olmasını istersin, dedi kır saçlı canım ebe. 9-10 cm falan olsa keşke, dedim. Sanki loto kazanmışım gibi gülümsedi, 9 cm açılmışsın, hadi seni doğumhaneye alalım güzel kızım, 1 cm’i de orda bekleriz, dedi. Ben bir çığlık attım, muayene sırasında yandaki banyoda bekleyen kocama müjde verir gibi bağırdım, 9 cm olmuş, doğumhaneye gidiyoruz... Bu laf ağzımdan çıktığı anda korku ve heyecanla karışık ağladığımı hatırlıyorum...

Nedenini anlamasam da beni tekerlekli sandalyede asansörle çıkardılar üst kattaki doğumhaneye, pekala yürüyebilirdim oysa. Birkaç medikal işlem, hazırlık... Xavier yanımda elimi tutuyor. Doktorum çok tatlı bir kadın, 35 yaşlarında, muhtemelen 36 beden ve önceki sene doğum yapmış. Süper fit görünüyor gözüme. Her an bana bir sonraki aşamayı anlatıyor, şunu yapacağız bunu hissedebilirsin... Güven veriyor. Hadi deneyelim bir, diyor. Ben bilmiş bilmiş “Ikındıktan sonra uff-uff diye kısa kısa nefesler vereceğim değil mi?” diyorum. Hayır, diyor, sadece normal, dengeli bir nefese dönceksin. E filmlerde öyle yapmıyorlar ama... diyorum, gülümsüyor, Ah bu Amerikan filmleri!! Neyse bu kısmı çok da anlatmamalı belki çünkü en çok zorlandığım bölüm bu bölümdü. Artık ıkınmaya ve bebeği itmeye enerjimin kalmadığını hissetmiştim ve bunu gece yeterince uyumama bağlıyordum. Bir yandan düşünüyordum, gece uyumuş olsaydım, ah gece uyumuş olsaydım ne süper doğururdum! “Bu bebek çıkmayacak!” dediğimi hatırlıyorum, doktor da ebe de gülümsediler ve beni bebeğin elbette çıkacağına ikna ettiler. İkna oldum da. Bir de ağzımın çok kuruduğunu ama inatla bana su vermediklerini hatırlıyorum. Yalvardım da Xavier azıcık pamukla ıslattı dudaklarımı. Ağız kuru olunca ıkınmak çok zor. Bir de bu ıkınma meselesinde dişleri sıkmak gerekiyor ve öyle bir nefes veriyorsunuz ki çığlık atmadan yapmak imkansız. İlk denemede Xavier şok olmuş hatta korkmuş. Sancı kısmını ben o kadar rahat atlatmışım ki doğumhane kısmının da öyle olacağını düşünmüş kocam. Ama bu kısmı biraz farklıydı. Xavier korkusunu bana belli etmedi ve sürekli beni motive etti, çok iyi gittiğimi, harika olduğumu söyledi durdu. Ben artık iyice yorulmuştum ki doktor bebeğin saçlarını gördüğünü anons etti. Hadi bir kere daha dedi ve sonra geldi bebek. Saat 9:48’di. Ben hep bebeğin kafasının çıkış anını doğumla özdeşleştirmişim ama asıl vücudunun ve bacaklarının dışarı çıkışını hissetmek müthiş bir rahatlamaymış. Hele plesantanın doğumu gerçek bir hafiflik hissiymiş...

Bebeği bir şeye sarıp kucağımıza verdiler hemen. Anne, baba, bebek. Tanıştık. Beyazımsı, morumsuydu Theo. Kafasını öptük belli belirsiz. Ne hissettim? Zafer. Başarmıştım. Epidurale de gerek kalmamıştı...

Annem ablamdan haberi alıp yola düşmüş ve hastaneye vardığında odamızı ararken fotoğrafı ve pilates topunu görüp tanımış. Doğumhane kapısına geldiğinde son çığlığımı duymuş, kötü olmuş ama ardından bebek ağlaması gelmiş. Sormuş ve öğrenmiş, bebek erkekmiş! 9 aydır merakla bekledikleri cevap...

Sonrası zaten malum. Ben hamileyken doğuma o kadar konsantre olmuşum ki, asıl hikayenin burada başladığını bilmiyormuşum. Hastanedeki o gün kahraman gibiydim, zafer kazanmıştım, başarmıştım işte ama annelik hakkında en ufak bir fikrim yoktu!


Theom yarın bir yaşında olacak. Tam bir yıl önce bu saatlerde yatmaya gidiyordum. Yaklaşan bir yılınsa bütün bu yaşadıklarımı bana vereceğini hiç mi hiç bilmiyordum. Oğlum benim, tatlı boncuğum... Ne güzel geldin dünyaya. Hikayen hep böyle güzel olsun! 

Wednesday, March 26, 2014

Ayrılık budur

İşe döneli neredeyse 2 ay oluyor ve ben ilk defa bugün Theo'dan uzak olmaya dayanamadım. Sabah geç uyandı, fazla göremedim diye herhalde. Ben çıkarken çok keyifliydi, çok tatlıydı. Bütün gün melankolik bir halde fotoğraflarına baktım. İşe başladığım ilk günlerde bile böyle hissetmemiştim...

9 aya yaklaşıyor Theo. Aylar geçtikçe evet diş gibi, yeni gıdalara alışmak, onun getirdiği hazım gibi yeni problemler var ama iletişim her gün daha da güzelleşiyor.

Hep dik durmak, ayağa kalkmak istiyor Theo! Onu tutmak imkansız :) Zıplamaya, dans etmeye bayılıyor. Elimi kıvırtmamı çok seviyor. Minik akvaryumundaki balığın veya karşı çatıdaki martıların hareketlerini asla kaçırmıyor! O artık bir kedi, hareket eden her şeyi takip etmek, keşfetmek zorunda, hatta kedi gibi iple oynuyor!! Ve artık komik suratlar yaptık mı bunun şaka veya oyun olduğunu biliyor, ona göre tepki veriyor. Gizz, ga gibi sesleri taklit ediyor anne-baba demese de... Ve anne/baba nerede diye sorsak tepki yok ama "Uçaklar nerede?" diye sorunca lambasından sarkan uçaklara bakıyor. Sıkı durun... Babası Fransızca uçak diyince yine gözü havada, lambasında!..

9. aya yaklaşıyoruz. Günler keşfetmekle dolu. Theo hayatı keşfediyor, biz ondaki yeni yetenekleri. Aaa bir de yeni diş var! Pazartesi 3. dişi geldi... :)

İşe döndüm. 2 ay oluyor. Ve bugün zaman her zamankinden daha yavaş ilerliyor...





Monday, March 24, 2014

for Christiane :)

Babane bizden fotoğraf bekliyormuş, nihayet biraz vakit bulabildim...


Artık oturarak yıkanıyor Theo bey... Sürekli hareket halinde! Durduğu yerde zıplıyor, etrafında bulduğu her şeye tutunarak ayağa kalkıyor, yengeç gibi yandan yandan 1-2 acemi adım atıyor :) Çok acelesi var çooook!

Hatta havuzda yüzmeye çalışıyor Theo!





Elinden mavi halkayı aldık diye gitti Kayra'nın kırmızı halkasını çaldı :)


Moda parkında ilk defa kayak heyecanı!!




Ah o ne şanslı babadır ki yüzlerce fotoğrafı var oğluyla!!

Monday, March 03, 2014

Salincak :)

Dun insanlik icin siradan, Theo icinse onemli bir gundu. Ilk defa salincaga bindi Theo!


Ilk birkac dakikalik yuz ifadesini asla unutmayacagim. Sasirdi, sevindi, kendinden gecti boncuk... :)


Thursday, February 13, 2014

İnsanoğlunun amacı çoğalmakmış meğer...

Kaplanlar iki yıl annelik yapıyor... Önce emziriyor, sonra avlanıyor, yavrularını etle besliyor.

Kediler 2 ay annelik yapıyor, en yabanıl hallere bürünüp tüm fedakarlıklarıyla bebeklerine bakıyor.

İnsanoğlu da bebeğini müthiş bir telaşla ve mutlulukla karşılıyor. Anne dediğin yeri geliyor dişi kaplana dönüşüyor. Evde oturuyor, bebeğine bakıyor günlerce, aylarca, bazen yıllarca...

Günün birinde işe dönerse bakıcı/kreş çağı başlıyor ya da en geç ihtimalle çocuğun okul çağı geliyor.

İnsanoğlu evrilmeye devam ediyor. Bugünün insanının bildikleri ve sergilediği yetenekler konusunda gurur duyuyoruz hepimiz. Şimdi öyle çok bilgiyle yetişiyoruz ki, eski nesillerin bebekliklerinde bu kadar akıllı olmadıklarından eminiz neredeyse. Sosyal bir evrim olarak medeniyeti hep ilerletmeye çabalıyoruz.

Çocuklar matematik öğrenmek zorunda. Coğrafyayı, tarihi, hepsini uzmanlardan öğrenmek zorunda. Zaten evde öğretebileceğimiz şeyler çok kısıtlı çünkü biz bu konularda cahiliz, onların en donanımlı halde öğrenmesi gerekiyor biyolojiyi de sanatı da... Bu yüzden çocukluk çağında (şanslıysak) birkaç yıl geçirsek de onlarla, gün gelince okul, sonra da iş hayatı onları bizden uzaklaştıracak. Öyle ya da böyle... İş ne için? Okul ve kariyer? Koca koca şehirlerde yaşadığımız ve ormanda avlanamayacağına göre, nihayetinde karnını doyurmak için para kazanması lazım. Yani dünyaya geldi, çocuk oldu, aileden uzaklaştı, okula gitti, büyüdü. Oh artık karnını doyurabilir... Tıpkı hayvanlar alemindeki gibi değil mi?

Ve biz o koklamaya doyamadığımız minicik bebekleri, aynı kaplanlar ve kediler gibi annelik süremizi doldurup da dışarı salmak için dünyaya getiriyoruz. Çoğalmak için yani. Hepsi bu.

Yabancı bir belgeselde izlediğim o 70 yaşındaki Afrikalı duvar ustası anlatıyordu. 20 yıl çıraklıktan sonra kendi başına duvarlar inşa etmeye başlamıştı. "Okul mu", diyordu, "asla gitmedim. Biz akıllıyız ve aklımızı daha iyi kullanıyoruz. Beynimi çalıştırarak geldim bugüne..."

 

Monday, February 10, 2014

Ebeveyn diyalogları vol.3

Bu seferki diyalog Kayra’nın annesi Canan’la...

Theo, Kenan ve Kayra bizdeyken...


3 hafta önce falan Göktürk’e, Pascaline ve Kenan’ı ziyarete gidiyoruz. Otobüsteyiz, göğsümde, kanguruda uyuyan Theo uyanıyor ve bana dünyanın en güzel bakışını atıyor. Yanımda oturan Canan Theo’nun bana ne kadar romantik baktığına inanamıyor.

Pascaline’lere varınca minikler yerde oynuyor, Canan Kenan’la başlıyor...

-Kenan 3 yaşına geldiğinde spor salonuna gitmeye başlayacak, 5 yaşında ilk şampiyonluğunu kazanacak.
-Kayra ne yapacak? diyorum.
-Kayra şarkıcı olacak, diyor Canan. Ben atlıyorum:
-Belki de dansçı... (Öyle ya daha önce Kayra’nın gelecekteki Cirque de Soleil kariyerinden bahsediyorduk.) Peki ya Theo neci olacak, diye merakla soruyorum. Canan az biraz düşünüyor...
-Theo kesin şair olacak, otobüsteki o bakışından sonra eminim. Romantik bir şair olacak!




Sunday, February 02, 2014

Subat geldi


Theom, benim boncugum... Bu yazi direkt sana yazilmali.

Sen henuz aylari bilmiyorsun ama Subat geldi. Annecik ise donuyor, buyuk ihtimalle bunu da bir sure anlamayacaksin. Once aaa anne nerede, sonra anne bir yere gidiyor, daha sonra anne gitme... ve nihayet anne neden gidiyorsun?.. Gidiyorum cunku hepimiz icin boylesinin daha iyi olacagina inanmak istiyorum. Senin egitimin, sana daha iyi bir gelecek icin falan degil, baban ve ben boyle bir dunyaya inandigimiz icin ve hepimiz icin... Neyse, bu yazinin amaci seninle gecen 7 ayimizdan azicik bahsetmek.

Hatirlayabildigim hayatimda bugune kadar kimseyle 24 saat boyunca birlikte olup bu kadar zaman gecirmedim. Benim de senin bebeklik caginda olup ananenle gecirdigim zaman var elbette ama hatirlamiyorum. Hatirlayabildigim sadece seninle olan zamanlar... Ve ne yazik ki bu zamani da sen hatirlayamayacaksin.

Bazen belki de boylesi daha iyi, diyorum. Sacma sapan sakalarimi hatirlamayacaksin!! :) Peki seninle oynadigimiz oyunlar, kahkahalarimiz?.. Son uc aydir mutlulugunu gulucuklerle ifade ediyorsun ve gulumsediginde hayatimi guzellestiriyorsun. Son gunlerde aksamustu gokyuzunun renkleri degisirken mutfak caminin onune geciyoruz birlikte ve sen kilisenin catisindaki martilari hayranlikla izliyorsun. Ben kokunu depolamaya calisiyorum o anlarda. Ah olmuyor... Fotograflarin yanimda olacak da o kokunu nasil depolayacagim bilemiyorum...

Seni cok emin ellere birakiyorum, o sorun degil de ozleminle nasil basa cikacagim? Sen her gun yeni seyler kesfederken yaninda olamama fikri beni kahrediyor. Mesela iki gundur ellerinle gel isareti yapmaya calisiyorsun. Yeni olan her seyle havalara ucuyoruz. Peki bundan sonra nasil olacak...

Bu 7 ay hayatimin en dolu zamaniydi. Her animiz aksiyon doluydu :) Istanbul'un altini ustune getirdik, Bogaz'da, Moda sahillerinde, Buyukada'da, parklarda gezdik, arkadasim olan teyzelerinle bulustuk, kafelerde arka masalarla flort ettin omuzumun ustunden... Ve asla kendimden beklemeyecegim yeteneklerimi kesfettim. Mesela asla sarki soyleyemezdim eskiden, simdi seninle sarki soylerken sesimden utanmiyorum, sokaklarda sarki soyleyebiliyorum. Ne guzel! Ayrica sag elimi asla kullanamazdim. Once sen surekli omuzumda oldugun icin sag elimle notlar almaya, senin emme ve uyku saatlerini yazmaya basladim. Sen buyudun, kucagima oturdun; ben bir yandan sag elimle yemek yer oldum. Vaaay be, dedim. Simdi bazen sag elimle seni besliyorum. Buna hala inanamiyorum...

Boncugum benim... kuzum... Zor olacak ama alisacagiz. Birlikte oldugumuz her an dunyanin en mutlu insanlari olacagiz yine. Hayatimda olman, bizlere gelmen zaten en buyuk talih. Bunu hic unutmadan buyuyecegiz seninle.

Sunday, January 19, 2014

Ne haftaydi ama!

Coook guzel bir haftaydi. Sali gunu ilk kez parktaki kedileri fark etti Theo. Onlar yurudukce peslerinden ilgiyle bakti...




Carsamba gunu evden ciktigimizda gokyuzundeki martilari fark etti. Ilk defa!

Neyse asil gundem cuma gunu cikan ilk dis! Solugu ananede aldik, durumu caktirmadik ve anane disi fark etti. E artik hediyesini alir... Heheee...

- Anane disimi elledin de hediyem nerdeeee

Dun de ikinci dis geldi... Igne ucu kadar minnacik iki dis :)

Bugun ise mis gibi havayi kacirmamak icin erkenden ciktik. Bebek'ten Hisar'a keyifli bir yuruyus yaptik.






Birkac fotograf da babane icin :)

These photos are for you Christiane...

First avocado experience!


Yes, he likes it :)

Yogurt time..

Wednesday, January 01, 2014