Thursday, December 21, 2006

Bana musade...


Dostlar, Nesli once Londra disina yola cikar Christmas icin. Sonra gelir gelmez ayaginin tozuyla Bruksel yollarina duser 28 Aralik'ta...

Yani demem o ki, uzun sure yokum burada, buyuk ihtimalle internete de baglanamayacagim :(

Off bir suru is var, valiz hazirlamaliyim. Yazmak istediklerim de var, birkac gun once gittigim film mesela Shortbus... Neyse artik donunce...

Dun ilk Christmas hediyemi aldim, cok cici paketli kucuk bir kek. Ve aksam Neclamla konustum uzun zaman sonra. Haber almak cok iyi geldi. Gecen sene, yilbasi yemegimi Necla'larda yemistim... (Sonra ben partiye gittim, Necla evde kocasini bekledi!!) Nasil guzeldi birlikte olmak... O da bloguna Christmas cilginliginin New York ayagini yazmis. Tam da tahmin ettigim gibi!! Hala bloguma link eklemeyi beceremiyorum ama siz www.neclavemehmet.blogspot.com dan Necla'nin kocasi Memo'nun cektigi harika NY fotograflarini gorebilirsiniz...

Sonra bir de bu sabah... Deniz'den gelen Istanbul adresli eposta harika bir hediyeydi benim icin. Agladim biraz, sonra guldum... Nasil ihtiyacim var konusmaya. Ve benim guzel arkadasim ne guzel seyler salik vermis bana...

Dedigim gibi, yeni yila Bruksel'de sevgilimle giriyorum. Eminim cok guzel gececek. Bir de 1 gunlugune Amsterdam'a gitmek icin sansimi zorlayacagim :) E 2 saatcik canim, arabayla... Schengen vizemin suresi dolmadan....... Lutfeeeeen! :) Fotograflar ben donunce, bu adreste!


HAPPY NEW YEAR !
Yilin bu donemlerinde hep senenin bilancosunu cikarmaya alisan ben, bu aliskanligimi birakmaya karar veriyorum. Bir yil daha zenginlesti iste hayatlarimiz. Nasilsa her sene yasanacak yeni birseyler var...

Geriye bakmadan, yarinlarla mutlu olacagimiz yepyeni bir yil dilegiyle!

Uzaktakiler... Elif, Necla, Mehmet, Serra... Bizim icin daha cok eglenmek, eglenerek ozlemlerimizi bastirmak zamanidir simdi, degil mi... ;)

Friday, December 15, 2006

Yazabilenlerin kalemine saglik...



Bu sabah gordum Ece Temelkuran'in eski yazilarindan birinde.

Aska dair:

"...Kimin daha çok acı çektiğine gelince... Eli kalem tutan hangisiyse odur en çok acı çeken. Çünkü tarihi kazananların yazması gibi aşkın acısı da mektupları yazanda kalır..."

Bu kadinin duyarliligina, yasama ve anlamlandirma bicimine yillardir hayranim. Ama hissiyata ve yazmaya dair bu kadar yalin bir kesif olabilir mi?.. Hep boyle yasamadim mi ben aski...

Monday, December 11, 2006

Christmas sakaya gelmez...

Eylul sonunda Christmas alisverisi basladiginda gulmustum. Daha cook var, dedigimde, sadece "a couple of months!!" kaldi dediler...

Sonra Kasim ortalarinda sevgilim "Artik ailem icin hediyeleri almam lazim." diyince dalga gectim, ne bu acele diye. Son haftalarda istedigin hediyeleri bulamazsin bu yuzden erken baslayip birkac haftada tamamlamak gerekirmis. Benim saskinligim uzerine aciklamaya calisti, "Nesli bu Christmas, en buyuk sey, yilin en onemli donemi. Inancli bir Hiristiyan olmayanlar icin bile buyuk bir aile gelenegi..."

---
2 Aralik cumartesi gunu, hazir Xavier Barcelona'dayken ben de onun hediyesine bakayim diye merkeze gitmeye karar verdim. Hadi dedim bugun vaktim var, metroya binecegime otobusle etrafi seyrede seyrede gideyim... Allah Allah... neden bu otobusler Marble Arch'ta duruyor, Oxford Circus'a kadar gitmeleri lazim!! Neyse yururum biraz, nasilsa butun gunum bos, arkadaslardan da ses cikmadi...

Ve Oxford Street'in basina gelinip de gorulur ki butun cadde ve hatta Regent Street arac trafigine kapali, her yer suslenmis isiklandirma tamamen hazir ve milyonlarca insan! Bu siradan bir cumartesi degil, bu alisveris festivali!! Yollarda sovmenler, jonglorler, magazalarin icinde kucuk orkestralar, animatorler... Her yerde Christmas sarkilari ve milyonlarca insan... Iyi de daha 3 haftadan fazla var Christmas'a!! Kasa kuyruklari, durup yolda, hatta magazalarin icinde fotograf cekilenler, bu ozel gunun tadini cikaranlar ve bir yanda aisveris yapmaya calisanlar... Birkac magazaya girip ciktim, hediyemi belirledim, hafta ici gelip almak uzere kafamda isaretledim. Zira o kuyruklar beklenmezdi kasalarda. Ve milyonlarca insan hala etrafimda beni kusatmis haldeydi. Vakit ilerledi karnim acikti, bir yere girip bir seyler yiyemedim. Kalabalik ve kuyruklar her yerdeydi. Ve milyonlarca insan da!! Artik iyice yoruldugumda ve cok aciktigimda bir bufe bulup da ayakustu atistirabildim... O sirada bir Turk arkadastan aksam icin Salsa bara gitme teklifi aldim onun Brezilyali arkadaslariyla. Ama ayaklarim coktan istifa etmisti bedenimin tasiyicisi olmaktan. Kendimi hemen eve atmaliydim. Bitmedi. Anya ve Jonah'in hediyelerini aldim, bunun icin kuzeye gitmem gerekti. Nihayet eve ulastigimda coktan aksam olmustu.

Cumartesi gunu en az 15 tane olan benim sevgilim icin sectigim sey, carsamba gunu gittigimde btimisti! Buyuk bir hayal kirikligi yasadim, benzerleri vardi ama onun kadar guzel degillerdi... O zaman anladim, Xavier hakliydi!! Christmas sakaya gelmezdi... Buldugunu hemen alacaksin. 2 saatlik kuyrukta bekleme pahasina! Bunun alternatif maliyeti olarak iki gun daha arastirdim ve cuma gunu hayirlisiyla hosuma giden bir sey aldim. Bakalim umarim begenir. E artik begenmek zorunda!!

Thursday, November 30, 2006

Bir sarkiydi Paris dilimde...

Paris'e Hosgeldik!

Birkac heyecanli okurum var biliyorum, meraktalar Paris hakkinda. Neredeyse iki hafta olacak ama fotograflari yeni edindim ve ancak yazmaya firsatim oluyor. Buyrun baslayalim turumuza...

Paris'e indigimiz sabah saatlerinde, tatli bir gunes Charles de Gaulle-Etoile'de hani su unlu Champs Elysées caddesinin (bizim Sanzelize dedigimiz :) ) girisi olan Arc de Triomphe kemerini aydinatiyordu. Hava durumunun aksine yagmur yagmadi. Sansliydik...

Ordan yuruyerek, yolda nutellali krebimizi yiyerek Tour Eiffel'e indik... Cok iyi gelmisti bana, isil isil sokaklar, temiz, aydinlik... Sabah saatlerinin sakinligi giderek yerini kalabaliklara biraksa da yanimda Fransizca konusan, tum haritalari su gibi yutup bana yol gosteren, isimizi coook kolaylastiran bir rehberim vardi :) Elele yuruduk Paris sokaklarinda. Dilimde Fransizca sarkilar vardi, surekli mirildaniyordum. Yuzum pek bir gulecti...





Yillar once Eiffel'e cikmis bulundugum icin o uzun gise kuyrugunu beklemeden yuruyusumuze devam ettik. Kucuk koprulerden gectik Seine nehri uzerinde... Xavier haritayla ugrasirken ben etrafi seyredip turistligin tadini cikariyordum. Uzun bir yuruyusun ardindan Notre Dame'in cevresine geldik. Once is icin o hafta sonu Paris'e gelen Xavier'in abisi, yengesi (evli degiller ama iki coculari oldugu icin yengesi diyebiliriz herhalde, yoksa abisinin kiz arkadasi demek cok zahmetli :) ) ve 3 aylik bebekleriyle nehir kenarinda kucuk bir restoranda yemek yedik.

Yemekler cok guzeldi hele Londra'da yasayanlar icin essiz bir firsatti!! Abi ve ben yeni saraplarin tadim mevsimini degerlendirerek kirmizi sarap ictik, Xavier ve yenge Joel kola, kucuk Corentin de bol bol anne sutu icti... Yemek ve sarap acisindan gercekten harika bir kent!.. Bu arada Xavier'in sifati "tonton" Fransizca'da amca demek...

Zangocsuz ve Esmeralda'siz...

Ogle yemeginin ardindan hep birlikte Notre Dame katedralini gezdik. Bu sefer de soundtrack muzigi ve Esmeralda.... bolumu takildi dilime! Muthis bir mimari, basdondurucu bir ihtisam. Daha iceri girmeden agziniz acik kaliyor dis suslemelere.

Figurlerin hepsinin fiziksel ozellikleri, yuz ifadeleri farkli... Inanilmaz bir sanat isciligi soz konusu. Xavier daraldi iceride azicik, kiliseleri pek sevmiyor :) Ben oymalara, suslemelere, resim ve heykellere bakarak etkilenmis bir bicimde gezmeye devam ettim...



Notre Dame'in ardindan hep birlikte unlu bir cay dukkanini aradik. Yerini bir turlu tam hatirlayamadi Xavier bu yuzden cok dolastik. Benim icin guzeldi, tam istedigim gibi bol bol yuruyordum... Nihayet buldugumuz o cok hos dukkan Ceux ailesi icin bir klasikmis meger, Paris'e alisverise gelinince mutaka ordan degisik aromali caylar alinirmis. Sevgilim bana bir kutu cay aldi ordan, bu sezonun yeni ve favori urunu, baharatli ve meyveli bir cay. Ustelik kutusu mor! Himm... cidden cok lezzetli!


O gun tanistigim ve Fransizca sohbetlerinden cevirilerle de olsa keyif aldigim buyuklerimizden ayrildigimizda aksam yaklasiyordu. Gune sabahin 5'inde basladigimiz icin yorulmaya baslamistik. Biraz da Champs Elysées'de dolanarak ve aksam yemegimizi burda yiyerek gunu tamamladik. Champs Elysées isil isil, cok genis bir cadde. Unlu magazalar ve her sey, her marka burada. Tabii benim kucuk Xaiver'im onun yasindaki her koca adam gibi Peugeot magazasini gorunce dayanamadi, daldik iceri. Bilmiyorum Istanbul'da boyle yerler var mi ama burasi otomobil galerisi degil, koleksiyoncular icin seyahat-ofis malzemesi, mutfak esyasi, oyuncak araba... A'dan Z'ye tum aksesuarlarin bulundugu bir magaza. Ve sergi amaciyla birkac prototip vardi. Gelecegin otomobilleri mi olurlar bilemem ama oyuncak gibiydiler... :)

Amélie'nin sokaklari: Montmartre

Ikinci gun harika bir kahvaltinin ardindan (benim harika kahvalti olcutum beyaz peynir, zeytin, domates ve memleketiminki gibi ekmek bulmus olmak) metroya bindik ve Montmartre'de aldik solugu. Ah ne sirin, ne sicak bir yer! Amélie'de gordugunuz meydan, tepede guzel bir kilise, yukari cikinca genis aci Paris manzarasi ve oranin atmosferi...

Efendim oncelikle kucuk bir meydandayiz. Hani Amélie'de Nino'nun tirmandigi basamaklar, asagida atlikarinca, tepede bozuk parayla calisan durbun... Hatta Nino'nun takip ederek yukari ulastigi mavi oklar hala basamaklarda ve yan duvarlarda. Biz de o basamaklardan yukari ciktik. Kilisenin hemen arkasindaki kucuk meydana uzanan yol arnavut kaldirimi, kucuk sirin dukkanlar, klasik Fransiz restoranlari ve kafeleri var. Bir de meydandaki sokak ressamlari, kucuk el sanati urunleri. Yolda gordugunuz herkes gulumsuyor, herkes mutlu sanki, dostunuzmus gibi hissediyorsunuz. Yaninizdaki sevgilinize donup kocaman bir gulumseme uzatiyorsunuz, o da elinizi daha bir siki tutuyor... Amélie'nin film muzikleri surekli dilimde bir de, butun soundtrack albumu kafamin icinde caldim :)

Ve tam biz tepedeyken ogrendik ki Xavier'in abileri de ordaymis. Kucuk bir restoranda yine Fransizlar'a ozel bir seyler yedikten sonra vedalastik Ceux ailesiyle, Noel icin Bruksel'e davet etmelerine kibarca tesekkur ettim ve yan merdivenlerden asagi inerek etrafi gezdik biraz daha. Aa bu arada benim fantezim vardi mutlaka bir kafede oturup kahve icip pasta yiyecektim. Yaptim da! (Tabii Londra'nin pub kulturunu ve adamakilli bir kafede oturup sohbet etmenin ne zor bir sey oldugunu bilmeyenlere tuhaf gelebilir bu. Burada en yaygin kafe olan Starbucks fastfood turu oldugu icin millet kuyrukta sandalye beklerken oturup oyle 1 saat sohbet edemezsiniz arkadasinizla...)

Montmartre'den yurume mesafesinde olan son duragimiz Moulin Rouge'du. Bu aradaki yol sex shop'larin ve striptiz kuluplerin oldugu buyuk bir cadde. Kirli diyebilecigimiz, disaridan goruntusu rahatsiz edici dukkanlar ve kuluplerle birlikte daha seckin gorunen yerler de var. Moulin Rouge en eskisi ve en kalitelisi tabii ki... Hadi cancan yapalim!!

Ve Moulin Rouge'un hemen karsisindaki metro istasyonundan Champs Elysées'e donus, hava alani yolculugu, tekrar Londra... Kisa bir hafta sonuydu sadece ama her sey yolundaydi, gayet stressizdi ve cok keyifliydi. Seyahat konusunda, yol arkadasim gercekten cok iyiydi... :)

VE...

Simdiye kadar yazdiklarim, Paris'ten aklimda kalanlar; resimlere bakarken hatirladiklarim... Bir de kalbimde kalanlar var. Oradayken neden o kadar cok gulumsedigimi bilmedigim, koca bir mutluluk. Kucuk bir kiz oldum o hafta sonu, her kelimenin Fransizca okunusunu sordum Xavier'e, beceremedim, daha cok guldum. Hatta o sondaki harfleri neden bos yere yazip kafa karistiriyorlar diye hesap sordum. Bol bol sozlerini hatirlayamadigim Uno Belle'in muzigini mirildandim, islikla caldim. Kipir kipir bir duygu dolanip durdu icimde. Oyle ki dondukten sonra bir hafta daha o ruhhalini yasadim...

Wednesday, November 15, 2006

Avrupa'nin en sisman ulkesi: Ingiltere!


Birkac hafta once The Guardian'da okudugum, BBC'de de cokca tartisilan bu arastirma sonucuna gore Ingiltere, sismanlikta Ispanya ve Almanya'yi cok gerilerde birakmis durumda.

Her gun gazetelerde saglikli beslenme konusunda yazi dizileri, "junk food"la savas eylem planlari, televizyonda belgeseller, sosyal kampanyalar vs...

Peki ben desem ki; su an gecen kis aldigim ve en sevdigim kot pantolonlarimi giyemiyorum... Bir beden kadar buyukler bana!! Inanilmaz ama gercek, ben bu obezitenin ortasinda kilo vermis bir Turkum! -biliyorum Necla kiskanacak simdi ama ne yapalim... :)

Sisst, masallah diyin de balon gibi sismeyeyim sonra! ;)

Wednesday, November 08, 2006

Paris, mon amour!


Nihayet Schengen vizesi almak...

Dun 5 saatimi Fransiz Konsoloslugu vize binasinda hapsolarak gecirirken gordum ki gelismis ulkelerin az gelismislere hizmeti, bizim Unkapani'ndaki SSK binasindan farkli degil. O kuyruktan bu kuyruga... Sorulan sorularin cevaplarini bilemeyen gise memuru kadinlarin ayni dedikodu meraki... Gercekten sancili bir gundu, vizemin gecerlilik suresi de istedigim kadar uzun degil -sadece 2 ay- ama Jessica ve Xavier'in de dedigi gibi, "It's better than nothing!"


Bekle beni Paris!

Bu durumda 10 gun sonra Paris'te Tour Eiffel'e karsi kahvemi icip Champs Elysees'de salina salina yuruyebilecegim. 2000 yilinda gordugum Paris'ten az sey var aklimda, bu sefer tum hafta sonunu guzelim sokaklarinda gecirebilecegim... (Allah vere de Xavier efendinin Christmas alisverisi krizi tutmasa, sadece magazalarda gecirmesek hafta sonunu:) )

Gecenlerde bloguma girmis Xavier, Turkce hic anlamasa da kendine dair bir sey goremeyince icerlemis azicik. Tabii Xavier bu, ustunde durmadi. E, dedim, zaten bir avuc okuyucum var. Hem butun arkadaslarimin senden haberi var... Gerci sonra baktim bir yerde geciyor "sevgilim" diye. Neyse tanistirayim; okuyucular bu Xavier, Xavier, bunlar da benim sevenlerim :) Ve bu fotograf, bolca dans ettigimiz bir geceden.



Bunlar da gecirdigimiz guzel yazdan kalma... Guneydeki kiyi kenti Brighton'dayiz ve bu gunubirlik seyahat, Ingiltere'de deniz gordugum tek gun!














Biraz da kultur-sanat:
Don't Cry For Me Argentina... The Marriage Of Figaro...

Bilgisayarimdaki sorundan dolayi daha once yazamadim... Bayramin son gunu Londra'da gorustugum cocuklugumdan kalma iki tatli kadinla hafta sonuna sozlesip muzikale gittik. Bir onceki hafta sonu da Ilke'yle birlikte Figaro'nun Dugunu'ne gitmistik. Aslinda sadece bir uyarlamaydi Figaro'nun Dugunu, zira Mozart'tan hicbir eser yoktu. Ama Londra'da tiyatroya gitmis olmak harika bir deneyimdi benim icin.

Ve bayram ertesi gidilen Evita muzikali... Muhtesemdi. Eva Peron'u oynayan o ufacik tefecik kadindan nasil cikiyordu o ses kuzum?.. Danslar da oyuncularin performansi da sahne de... Ardindan gidilen, hatta Xavier'in de konuk sanatci olarak aramizda bulundugu :) yari Turkce-yari Ingilizce aksam yemegimiz de cok keyifliydi. Londra'da olmaktan cok keyif aldigim zamanlardan biriydi. Karar verdim, ben sahne sanatlarina tapiyorum!


Havai fisek sesinden bikmak: GUY FAWKES

5 Kasim Guy Fawkes gunuydu. Haftalarca kutlandi, hala kutlaniyor. Umarim bu hafta sonu, ayin 12'si itibariyle kutlamalar son bulacak da aksamlari kafamizi dinleyebilecegiz.

Efendim 400 yil kadar once Guy Fawkes buyuk parlamento binasini (resimde gordugunuz, arkamdaki Big Ben'in bulundugu Parliament'den bahsediyorum)yakmaya calismis. Aslinda bir avuc insanmis bunlar ama en cok one cikan Fawkes cunku buyuk eylemden bir gun once barutlarla yakalanmis. Sarayin karsisinda asilmis tabii. Kimisi icin bu Fransiz ihtilalinden 150 yil once gelen devrimci bir ruh olsa da Ingilizler vatan hainlerine karsi birlik beraberlik icinde kutlamaya baslamis bugunu. Aslinda dini bir durum da sozkonusu. Protestan Ingiltere'deki katolik haklari da var geride...

Neyse bunlari niye anlattim ben simdi? Cunku bu Ingilizlerin kutlamalarindaki asiriliklarini paylasmaliyim sizlerle. Kutlama dendi mi 3 hafta onceden basliyor bunlarin hazirliklari. He bu arada kutlama bicimi de havai fisekler. Ama devlet tarafindan yapilan buyuk gosteriler degil. Butun halk ucuz, pahali, kucuk, buyuk bir suru havai fisek ve maytap alip gecelerce patlatiyor. Asil kutlama olan 5 Kasim'da da aileler bahcelerinden fisek atiyor ya da buyuk parklara gidilip festival havasinda yasaniyor... Tabii bu arada Londra halki ard arda atilan fiseklerin sesinden gece yarilarina kadar uyuyamiyor. Yakinlarima soruyorum "Bu neyin protestosu?" diye. "Just for fun!" yanitini aliyorum. Yani aslinda Guy Fawkes umrunda degil kimsenin...

Friday, October 20, 2006

Evime Bayram Gelmis!

Sabah saatleri, yagmurlu bir gun. Hava simdiden karanlik. Boyle havalarda herkesin ici daralirken neden benim yuregim sicacik olur?.. Tatli bir huzun de var bir yanda. Tipki yagmurlu, karanlik bayram sabahlari gibi...

Bayram yaklasiyor Sehirler Sehri'ne. Aslinda dunyanin bircok yerine ama ben sadece kendi evimi dusunuyorum. Bayram benim evimde. En azindan burada degil.

Universite yillarinda evden uzak olsam da her bayrami ailemle, evimde gecirmistim. Ilk defa uzaktayim. Bu bayram arife gecesini Sevgi Hanim ve Kizlari olarak dolma sarma islemiyle gecirmiyorum. Arife gunu ne tatli bir telastir Allahim, her sene annem "Bu sefer erken basladim islere, ooh rahatiz" der ama bir turlu o sarmanin basina oturmaya vakit gelmez. Temizlik zaten onceden yapilmistir da Arife gunu bir rotus gecilir. Yemekler pisirilir. Aslinda ilk gun kimin, ikinci gun kimin yemek saatlerinde gelecegi asagi yukari bellidir. Bu da bir gelenege donusmustur yillar icinde. Ve misafirlerimizin zevkine gore en sevdikleri yemekler yapilir. Her arife gunu ayni sorunsal; ne tatlisi yapacagiz... Abim sekerpare ister, ben kalburbasti ama ici cevizli. Ablam da bunlar arasinda gider gelir. Son yillarda gayet demokratik bir sekilde bir tepsi ondan, bir tepsi otekinden yapilmaya baslandi. Iyi de oldu :)




Ve bu tatli hazirligindayken Sevgi Hanim, Nesli gider corapciya herkese yeni cici coraplar alir. Bir de don telasimiz vardir ki
burda desifre etmeli mi bilmiyorum :) Bu da bir Sevgi Hanim klasigidir, her bayram aldigi son derece cekici iccamasirlari ozenle kizlardan saklanir. Cunku bayram sabahi verilmelidir onlar. E kizlar da pek gorgusuz canim, azicik tokgozlu olsalar, bir taneyle yetinseler ya... Bazi ozel konuklar ve yegenler icin de ekstra camasirlar mevcuttur. Annem diye demiyorum, o ne kirli cikidir o... :)


Ve boylece Arife gunu butun detaylarla ugrasilarak sarmalar en sona birakilir. Eger sansliysak gecenin 10 bucugunda otururuz masanin basina. Sevgi, Rahsan, Nesli... Muhabbet cok keyiflidir. Ozellikle yogun is hayati icinde birlikte cok fazla vakit geciremeyen bu housemate'ler icin harika bir sohbet ve dedikodu firsatidir.
Belki Fatih de berberdeki sirayi beklemis, ozenle tiras edilmis ve nihayet eve donmustur. Ama televizyon seyreder o, dolma sarmayi becerememek guzel bir kacistir. Zira bir sure sonra beller agrimaya, canlar sikilmaya baslasa da Sevgi Hanim birakmaz, odaniza cekilip erkenden uyuyamazsiniz. Canim Arife gecesi uyunur mu? (tipki Bayram sabahi uyunmayacagi gibi...) Arada inatlasmalar da yok degildir:
- Anne, sisirme, ince sar sunlari.
- Aman Nesli, seninkileri misafire cikartiriz!
Rahsan:
- Iclerine bol pirinc koyun. Sevmiyorum ben oyle bos bos...
(hatta burada bilmem kimin sarmalari ornek gosterilip elestirilebilir...)

Fatih dolanir evin icinde, "Anne hala pismedi mi su tatli?"
- E oglum dur, serbetini cekecek daha...

Vakit gece yarisini gectikten sonra gozler uykuya kayarken atese konur sarma. Sevgi Hanim bir de pismesini bekler onlarin. Ama nasilsa yapacak is bulur o kendine. Elbette birkac vitrin-sehpa ortusu vardir utulenecek...

Ve Bayram sabahina uyanilir. Alperen ve Fatih namazdan gelirken cicek alir, uc kadina da ayri demetler. Nesli her bayram Fatih'in opucuguyle ve ciceklerle uyanmaya alismistir (bu yuzden bayram gunu olamaz burada yasadigim) Fatih, Nesli'nin cok guzel koktugunu soyler her zamanki gibi ve cocukluk anilarina donerler, ozlem dolu...



Bayramin ilk gunu demek Kabristan demek, babami ziyaret demek, annemin gozyaslari demek... Yine de cabuk gecer bu ruhhali; eve donusle birlikte misafirler, tatlilar, kahve servisleri, arada Rahsan'la Nesli'nin didismeleri...




Bir elimde cezve, bir elimde spatula olmayacak bu bayram.
Yine solak cezvesi bulamadigim icin soylenmeyecegim,
biraz ocagi kirletip hemen temizlemeyecegim. Kuzenlerle mutfakta kikirdesmeyecegiz.

Bana SMS ile hazir bayram mesaji yollayanlari arayip "Bu kadar mi siradan oldum da bana ozel iki kelime yazamiyorsun?" diye takilmayacagim. Bircok arkadasla mailler ve mesajlar disinda bayramlasmayacagim. Bir de hafta icine denk geliyor zaten...

Ben bu bayrami buradaki rutin hayatimla, tek basima kutlayacagim.

Wednesday, October 18, 2006

flashback


Gecen yil bu zamanlar ben evliydim!

Galiba biz Necla'yla evlendik. Butun dugun resimlerinde yer almam hatta nikah masasindaki varligim da bunun ispati olsa gerek... Ve Mehmet'in kiskancliklari :)

Yine Ramazan'di. Ikimiz de oruc tutuyorduk. O zamanlar seferi degildim ben :) (gerci Necla hala tutuyor) Mehmet bol bol is seyahatlerine gidiyor, Istanbul'daysa bile cok yogun calisiyordu. Hele Mehmet'in Sali toplantilari... Ben eger isten insani bir vakitte cikabilmissem Necla'da aliyordum solugu. Her hafta farkli bir makarna ve guzel bir salatayla karsilaniyordum. Hemen dizinin baslamasina yakin cayimiz demleniyordu. Demlikte, bir poset de karamel tabii ki. Buyuk cay bardaklarimiz, cikolata ve kuruyemisle dolu tepsimiz, oturuyorduk Desperate Housewives'in karsisina. Ama Ramazan'a ozel cok guzel sahurlarimiz oldu Necla'yla, ozellikle Mehmet sehir ya da yurt disindaysa. Nasil da benden once kalkip sofrayi hazirliyordu ozenle, sanki gercekten misafirmisim gibi :)

Sonra annemler: Zaten hep gec geliyorsun isten, yuzunu goremiyoruz. Ve Necla'ninkiler: Madem kocan yok, gel bizle kal. Ve Mehmet: Ya ben artik donmek istiyorum, Nesli'yi kiskaniyorum, siz galiba onunla evlendiniz!!

Ne cok guzel ani vardi o rengarenk salonda. Ama yasarken cok iyi biliyorduk degerini, yani o gunler geride kaldiktan sonra anlamadik kiymetini. Once ben gittim. Sonra Mehmet. Sonra Necla. Simdi New York'ta turuncu olmayan masalari ve yesil olmayan sandalyeleriyle yepyeni bir hayattalar...




Sevgilim New York'u gormek istiyor. Sehir, zerre kadar umurumda degil. Ben Necla'yi gorme derdindeyim. Bir gun... Olabilecek mi acaba?

Sunday, October 15, 2006

new text message recieved

Gecen hafta is teklifi aldim Istanbul'dan. Simdilik kabul edemesem de Neset'ten haber almak guzeldi. Ondan onceki gunlerde Elif'in yeni isine baslama haberi geldi. Ve Cigdem... Ozlemisti beni, bir varmis bir yokmus, uzak ulkelerden birinde Yesliyan adinda bir kiz varmis...diye geldi mesaji. Nasil oluyor da beni en mutlu edecek ya da en cok ihtiyac duydugum anlarda geliyor bu mesajlar?..
Harikasiniz dostlar, cok da uzak olmadigimizi hatirlatiyorsunuz ve buna gercekten ihtiyacim var!

LADIES NIGHT OUT

Keske dun geceden fotograf olsaydi da koyabilseydim. Uc Turkish Delight, Londra'yi salladik :) Uzun zamandir dans etmemistim, iyi geldi ama bir yandan da yaslandigimi anladim. Artik her yerim tutuluyor ertesi sabah. Dans ederken mi? Yok caniiiim, hala enerjim cok iyi. Yeter ki kulupten disari cikmaya goreyim! Ustumdeki gozlere ragmen sadece kendi kendime dans etmek ve sahnedeymisim gibi hissetmek hosuma gidiyor! Ilke, Sibel... bu ucluyu koruyalim !! ;)

Saturday, October 14, 2006

MFO neden bu kadar haklidir?


mekan: Alsancak Gundogdu Meydani - Izmir
zaman: 19 Mayis, gunbatimi
yas: 20

MFO sahnededir. Oyle guzel bir kalabaliktir ki seyirci grubu, yas ortalamasi 35, babalar omuzlarinda kucuk kizlariyla, Herkes hep bir agizdan soyluyor sarkilari, hafif sallanarak.

Gokyuzu kizil simdi. Morlar, kirmizilar, mavi ve turuncular icice. O anda yukseliyor sarki. Nesli yuzu sahneye donuk, arkasinda duran sevdigi adamin guvenli kollari arasinda. Ikisi de delice asik o donemde, bulutlarda dolasiyor, en kucuk kacamaklar icin butun dunyaya yalan soyluyor, yollar, sehirler, gecelerce yaratiyorlar an'lari. Tam da askin nasil yasanmasi gerektigine inandiklari gibi.

Ve diyor ki sarki; Omur boyu baglansak da sevinsek de uzulsek de... Birden sen gelsen aklima... Seni unutsam bazi bazi... Hep yalnizlik var sonunda... Yalnizlik omur boyu... Nesli bagira bagira, gozleri dolu dolu eslik ediyor sarkiya. Kollar hala vucudunda, kokular hala aklinda ama engel degil bu inanca. Kucucuk bir kiz oluyor, sevdigi adamin varligina ragmen ya da dunya buyuyor. Nesli cocukca inatlara donuyor, ama sarkinin tamamini da senaryonun geri kalan kismini da cok iyi biliyor...

Sarki bitiyor, ask gibi, sevmek gibi, hayaller gibi. Ama omur devam ediyor.

Friday, October 13, 2006

necla'dan mektup

Neslim'e soylem part 1:

Nerede oldugumuz onemli degil, kendimizle birlikte ne goturdugumuz onemli diye konusmustuk seninle... Iste ikimiz de uzaklardayiz ama ruhumuz hep ayni yerlerde. Tabi ki her yerde ayni olacagiz. Biz hep biziz cunku.

Hatirlamak yetiyor dimi? Aklimizdakiler silinmiyor.. Silemiyoruz da cunku kacis yok gerceklerden. Etrafimizda var olan dunyalar degisiyor. Yeni insanlar taniyoruz, yeni ruhlari goruyoruz. His dagarcigimiz gelisiyor. Hep hissettigimiz ayni seyler de var. Bunu daha once hic hissetmemistim dediklerimiz de.

Nicin yaziyorsun boyle... Mutsuz oldugun icin mi? Hayatin boyunca bir seyleri beceremedigin icin mi? Varliginla yoklugun farkedilmedi mi hic?

Biliyorsun cevabi Hayir!! Sen hep varsin. Bulundugun ortamda. Hep gorunursun guzel gozlerinle. Kalbine koydugun umutlar, yuzundeki nesen olur cogu zaman. Tasidigin duygular; aska asik olman, sevilmeli mi sonuna kadar sevilmeli tavrin, ne olursa olsun sevgi benden kopmamali istegin. Sen boyle oldukca sevgi senden kopmayacak.

Nerede olmak istedigine karar verecek sensin.

Kalbin yorgun mu artik? Yoksa vucudun da mi? Ait olmak istedigine ait olamadigin icin mi kirginsin neredeyse bir bucuk yildir. Sen cok sevdin Neslim. Sevginin hakkini verdin. Savastin ugrastin. Yanlis miyim soyle... Bunu hissediyorum kalbin yorgun ama cabalamaktan bikmazsin.

Korkum kalbindeki umudum kaybolmasi Neslim...

Biliyosun buyuyoruz. Geride biraktiklarimiz gelecekte onumuze cikacaklar. Bazen ne hissediyorum biliyor musun? Evlilik iki insani bir insan yapiyor. Her seyi iki kisilik dusunmeye basliyorsun. Iki banyo havlusu, iki dis fircasi, iki terlik, evet ikimize de iki kisilik ayakkabi. Ben varim'dan biz variz'a donusuyor. Hayatin her kademesinin ogretecek cok seyi var.


NESLI'DEN CEVAP

Son cumleyi cok sevdim, hayatin her kademesinin ogretecek cok seyi var. Bunun icin yurumeye devam ediyoruz zaten.

Neden yaziyorum boyle de biricik dostumu uzuyorum... Mutsuz muyum? Degilim aslinda. Yetinmeyi ogreneli beri normalim diyorum, iyiyim diyorum. Yetmeli bu kadari. Varligimla yoklugum hissedilmedi mi? Bazi hezeyan anlari disinda bunun cok bir onemi yok aslinda. (Belki de oyle anlarda yazmamaliyim :) )

Benim hala umudum var... diye mirildaniyorum Neclam merak etme. Kalbim yorgun, ruhum yorgun ama bu bir bucuk yil once kaybettiklerimle ilgili degil belki de. Kaybedilen de hayaller zaten. Kisilere takilmiyoruz artik degil mi? Ask dedigin avuclarindan kayiverir, gecip gider. Tortular, bizim kendi yarattiklarimizla ilgili. Iste bu surecleri yasamak yoruyor... Ama yine de inadina yeni seyler ogreniyorsun. Yetinmeyi mesela. Aklim gecmise takilmiyor. Olanlardan memnunum aksine. Su an seviyorum, seviliyorum. Ask?.. Ask uzak bir ulke ama yabanciliklarim var zaten, artik oyle kolay degil. Huzurdu aradigim, sessizlikti. Simdi bunu yasiyorum.

Yanlis degilsin. Savastim, mucadele ettim. Her mucadele zaferle bitmiyor maalesef. Olsun, biz bunlari da seviyoruz. Yasadigimizi, insan oldugumuzu anliyoruz nihayetinde. Ama basarisizlik konusunda haklisin. Hayatim boyunca hep bir seyleri beceremedim ben.

Son soz: evlilige gelince... Dedigin cift kisilik yasam benim icin sadece dogacak cocugumun babasiyla birlikte yasamak demek. Ama bunu igrenerek, tuh-kaka seklinde demiyorum. Nasilsa baska insanlarla ayni evde yasamanin ne oldugunu biliyorum. Keyifli bir anne babalik iliskisi olur herhalde :) Guzel olabilir belki, Izmir'deki son ev arkadasimla cok keyif almamis miydim ev hayatimizdan :)

Bak benim hala umudum var!

Thursday, October 12, 2006

kendim'e dair teoremler


Bu "uzaklara bakan kadin" isimli fotograf, likit zamanimdan. Londra'da cok yeniyim. Mart 2006...


kendim uzerine teorem 1, mart 2006:

Likidim ben! Bulundugum kabin seklini aliyorum. Hangi arada oldu bilmem, sivilasmisim ben. Yabanciliklar yok. Sehirler sadece fon. Ben her yerde ayniyim.


kendim uzerine teorem 2, eylul 2006:

Hayaletim ben! Seffafim. Insanlar icimden geciyor, ben duvarlardan. Nesnelere, kisilere, konulara etkisiz elemanim. Duydugum cogu dili bilmiyorum. Konusuyorlar, keyif aliyorlar, ben hic orada degilim. Yeterince sikiciyim zaten, bayagiyim, butun kusurlarimi kendimle her yere tasiyorum. Sanirim ben hep -ora-dayim, -bura-da olamiyorum.

Wednesday, October 11, 2006

gozetlenme uzerine

MAHREM...

biz aliskanlik olarak aksam olup da isiklar yandi mi icerisi gorunmesin diye siki siki orteriz perdeleri. o sadece bizim mahrem alanimizdir, her ev kendi icinde ayni olmasina ragmen asla kamusal olamazlar birbiri icin.

ve beden. erkekler icin durum biraz daha farkliyken kadinlar ev icinde, yalnizken bile mahremiyetlerinin bekcileridir. ciplak dolasilmaz evin icinde; ya perde acik unutulursa, ya kapi calar da aniden biri gelirse, hatta ya telefon calarsa da ciplakken yanitlamak icap ederse... cinsellik bastirildigi kadar, uzuvlar ortulmelidir de.

oysa her sayisi bir oncekinin tekrari olan kadin magazin dergileri der ki her sayida, cinsel rustunu ispat etmis, ozguvene kavusabilmis kadinlar evde yalniz oldugunda ciplak kalmakta tereddut etmez. bu dergiler benim dilimde ama baska ulke kadinlari icin basiliyor olsa gerek.

peki gozetleme/gozetlenme psikolojileri? karsi pencere'lerin acilimlari? gozetleyen sapiklarin esrarli cinayetlerini anlatan film senaryolari?..

gozetlemenin en sinir bozucu yani, mahremiyete yapilan saldiri. birisinin odama girip esyalarima dokunmasinda hissettigim tiksintiyi yasadim karsi pencerede onu gorunce. ne duygusal ihtimaller geldi aklima ne de bu konuda bir hikaye yazacak olsam aklima ususebilecek sempatik unsurlar. gorus alanimda nasilsa pencere yok, diyerek odamda rahatca ciplak dolasmasam da bugun bana el sallayan yuzu gordugumde ayni sekilde tiksinirdim. belki beni daha iyi gormesini saglayan bir durbunu de vardi. ama bedenimi gormus olmasi, benim kendi alanimda kendimce yasadigim dunyami gozetlemis olmasindn daha sinir bozucu degil.

oysa ne guzeldi gecenin karanligi cokup de perdeyi cekmeden isiklari yaktigimda cama yansiyan vucudumu seyretmek, sadece catilara baktigini sandigim odamda...

eylul, 2006

mor bir giris olsun!


Tembellik tembellik ustune!..

Bunca zaman sonra dank etti aklima. Cok da ihtiyacim var yazmaya. Ama tuhaf iste, son zamanlarda gozetlenme psikolojisi uzerine o kadar dusunmusken simdi burda kendimi sunmak... Aslinda bu bilincli tercihim, bu yuzden sonuna kadar ciplak olmaya karar veriyorum simdi... Oyle ya birkac kisilik gruplarda car car otmek kolay Nesli Hanim, hadi buyurun burada yazin bakalim... :)

Birazdan, -Mahrem-i ekleyecegim buraya...

Ama once ruzgarlardan bahsetmeli. Gunlerdir, haftalardir dusundugum gibi: Hangi ruzgar atti beni buraya?.. Uzun zamandir hayal kurmadigimi hatirliyorum bu fikirle beraber. Cunku esen o ruzgar, son hayalimdi benim. Yer yuzunde kucucuk bir nokta olmakti dilegim. Yollar cagirdi. Geldim.

27 Ocak 2006'ydi, karanlik bir ogle vakti geldim Londra'ya.

Geride oyle guzel insanlari birakmistim ki,
partim de yolcu edenler de ailem de sehrim de... Hepsi degdi o karmasik ruhhaline, gozyaslarina. Tembellik etmeseydim yazacak cok sey vardi :)










Unutmamak lazim, en azindan ben unutmamaliyim. Zaman zaman geriye donup acigi kapamaya calisacagim.