Monday, September 04, 2017

Elif 1 yaşında!

Bu sabah Melissa ve oğlu Pedro misafirimizdi. Pedro ile resmen keyifli vakit geçirdi Elif. Hep izledim onu. Misafirler gidince de bol bol baktım, izledim, anlamaya çalıştım, nasıl geçti koca bir sene...


Melissa çekmiş, Pedro'nun görüş günü...


Geçen sene tam bu saatlerde hastane odasında Elif'i karşıma almış ona hayran hayran bakıyordum. 2 saat olmamıştı henüz doğalı. Ben ona ilk bakışta aşık oldum! Bir de öncesi var, doğuma gitmeden önce evde yaşadığım duygular...

Sabah 10 gibi başladı sancılar ama çok seyrek, 1 buçuk saat sonra geldi yenisi. Ama deneyimliydim, anladım, o gün doğacaktı küçük hanım. Öğleden sonra hadi artık hastaneye gidelim derken Theo yemeğini yesin, öğle uykusuna yatsın öyle çıkalım istedim. Bekliyoruz, Theo mutfak masasında her şeyden habersiz lokmaları ağzına götürüyor. Theo'ya baktım, berbat bir duygu kapladı içimi. Panikledim. Biz ne yaptık? Bu çocuğun hayatı nasıl değişecek, nasıl böyle bir şeye kalkıştık. Evet doğuma birkaç saat kala bunu düşünmem son derece saçma! Sonra? Elif 22.05'te dünyaya geldi ve ben onu görür görmez tarifsiz bir coşku yaşadım. Eve gidelim, bir an önce herkes işine, okuluna gitsin ve ben onunla yalnız kalayım istedim... İşte böyle başladı. Hatırladığım en net duygu: coşku. Sevgiyle, aşkla dolup taştım...

Sonrasında Elif uykusuzluklarıyla, emme ve yeme sıkıntılarıyla ve çıkmaya çalışan ama yılan hikayesinden komplike dişleriyle canımıza okuyacaktı. Ama benim için Elif tam anlmıyla şudur:



Neden bilmiyorum ama Theo hep çok komik bir kardeşi olduğunu söyler. Zaman içinde ablam ve Mukaddes gibi farklı kişiler de hep birbirinden habersiz komik bir kız olduğunu söyledi Elif'in. Galiba gerçekten komik bir kızım var. Saçı ve tipi itibarıyla o aslında bir Çakıl Moloztaş'tır...



İşte bunların karışımı Elif oluyor!


Bugün uzun uzun düşündüm, klişe biliyorum ama ben bebekliğine doyamadan toddler oluyor. Yakında yürüyecek, bağımsızlaşıyor, aklı fikri bir şeyler keşfetmekte. Bu kokusunu nasıl hatırlayacağım? Hafızaya kazınabilir mi kokular? Theo'nun ilk yıllarında ne çok yazmışım, kayda geçmiş, Elif'in hallerini hatırlayabilecek miyim...

Fincan gözlü, fiyonk ağızlı, komik kızım... Aksiyon varsa uykuyu pas geçiyorsun ya, eğlencenin merakın peşinden gidiyorsun ya... Hep böyle hayattan keyif alabilmeni istiyorum. Fazla ciddi ve pastel renklerdeki hayata 'magenta' rengi gibi geldin sen. Hep sevelim birbirimizi, hep yanyana olalım. Oynayacak çok oyunumuz, okuyacak çok hikayemiz var. Seni hep çok seveceğimi biliyorum.

Şimdi azıcık nostalji...


















Saturday, June 10, 2017

Annelik sınavı


8 Haziran
Bugün annelik sınavlarından birine girdim...
Brüksel'e geleli 2 hafta olacak yakında, evimize geçeli dün bir hafta oldu. Yağmurlu bir gün dışında her gün parkları ve oyun alanlarını keşfettik. İki çocukla yapılabilecek en iyi şey dışarıda olmak. Hem herkesin enerji seviyesi hem de ruh sağlığı için...
Bugüne kadar parklar ya boştu ya da küçük çocuklu anneler vardı, her halde doğru saatte gitmediğimiz için. Bugünse günün ikinci yarısını parkta geçirdiğimizden, bir grup çocuk geldi. Belki anaokulu dağılmıştı ve onlar zaten sınıf arkadaşıydı.
Theo'nun yersiz utangaçlıkları vardır, bilirim. Bugünse aksine çocuklar gelir gelmez daha yeni aldığımız kum oyuncaklarını kaptı gitti onlara gösterdi, birlikte oynayalım, dedi. Çocuklar ilgilenmediler, hemen yaşını sordular. Kahraman edasıyla 4 yaşında olduğunu söyleyince "Küçüksün..." dediler. Amiyane tavırla: iplemediler. Yüzündeki o ifade... Theo birden bebek oldu gözümde. O özgüvenli, kendini harika ifade eden çocuk suspus oldu, kanadı kırıldı. Sonra onların oyununu seyretti, bir türlü içlerine giremedi. Upuzun çubuklarla balon üflediklerinde içi gitti. Theo bak ben Fransızca konuşamıyorum ama sen gidip ben de bir kere üfleyebilir miyim diyebilirsin, dedim. Sesi çıkmadı. En azından onların yaptıkları balonları yakalayabilirsin, dedim. İstemezler, daha önce sordum, istemediler ki... dedi.
Galiba ebeveynliğin zor bir sınavı çocukların büyük duygularla baş etmeleri gerektiği gerçeğine katlanmak. Sorunları onlar adına çözmek ya da öne atılmak işe yaramayacak. Yaşayacaklar ve öğrenecekler... Biliyorum ki diğer çocuklar kaba ya da dışlayıcı değildi, zorba değillerdi. İleriki yıllarda öyle durumlarla da tanışacağız muhtemelen. Elif'in Kanada'da Demir'i nasıl parkta gizlice izlediği geldi aklıma. Demir henüz o çocukların dilini konuşamadığı için Elif tetikteydi, ne yapacak, onlarla nasıl iletişim kuracak, oynayacak mı diye... Almanya'daki küçük Kenan da yaşadı bunu Amerika'daki Ömer de. Biz şanslıydık ki Theo harika Fransızca konuşuyor. Ama bugün sonuna kadar hissettim parkta 'yabancı' ve 'yeni' olmayı. Ben de giremedim o annelerin içine. Abbasağa parkında yaşansaydı aynı olay nasıl sonuçlanırdı diye düşünmeden edemedim... (Tabii ki Theo'nun baloncuklu oyuncağa nasıl baktığını gören anneler onu çağırıp "Gel çocuğum bir kere de sen dene!" derdi. Ama burası Avrupa!!!)
2 haftadır hiç arkadaş görmedi Theo. Sadece 1 gün öğleden sonrayı kuzenleriyle geçirdi. Tam gün tam gaz kreşe giden, bütün günü arkadaşlarıyla okulda ve parkta geçiren çocuğu oyuncaksız boş eve tıktık- çizgi film yok, TV ve internet yok. Tabii ki bu şartların da başka kazanımları oldu, onu ayrıca yazacağım. Ama bu çocuk bu kadar hasretken arkadaşa, ilk fırsatta içine düşen duygulara bak. Zalimsin felek!
Sınav sonucu: Bu sınavı geçemedim. Bir çok kitaba göre yanlış yaptım. En sonunda gittim o anneye baloncuk oyuncağını nereden aldığını sordum. İngilizcesi çat pat olduğu için belki daha fazla konuşamadık ama aldığı yeri öğrendim. Bizim çocuk da bir üflese ya, diyemedim çünkü dayanıksız bu oyuncaklar. Bozulur, elinden kayar suyu dökülür, güvenemedim. Burası Avrupa... Theo’ya döndüm “Bak Theocum parkta, diğer çocuklarda gördüğün her oyuncağı alamayız. Daha bugün sana kum oyuncakları aldık. Ama onu ne kadar istediğini görüyorum, istersen o dükkan yolumuzun üzerinde, oradan bir tane alırız, eve gidince balkonda üflersin balonları.” dedim. Onun yüzündeki ifadeyi görünce anladım; kitaba uymasa da kararım, bu sınavı verememiş olsam da o an doğru hissettiğim seçeneği işaretlemiştim ve hiç pişman olmayacaktım.


Arkada ayakları görünen pusette Elif uyurken biz...



Sunday, May 07, 2017

Devir...

Bir devir bitiyor. Yeni bir yolculuk başlıyor...

Ben hiç macera istemezken... Artık alışkanlıklarımla mutluyken...

Elif Lea 8 aylık oldu. Fiyonk ağızlı, fincan gözlü kızım benim. Daha onu yazamadım... Biraz dağılmış haldeyim. Tam da bu dönemde gidiyorum.

Ne demiş Yahya Kemal?
Ölmek kaderde var, bize üzüntü vermiyor;
Lakin vatandan ayrılışın ızdırabı zor.

Vatan? İstanbul? Memleket?..

Benim için ailem ve arkadaşlarım var. Sokağımdaki sucu var mesela gidişimize üzülen. Abbasağa parkındaki ağaçlar var... Şahane anneler grubum var. Mayaladığım yoğurt tutmadığında hooop Elif'e ev yoğurdu getiren, kaka sorunu var ama ben dışarı çıkamıyorum diye bir poşet ıspanakla uğrayan, mevsim dışı tatilimiz için Elif'e asla bulamayacağım yazlık giysileri hızır gibi yetiştiren annelerden bahsediyorum! 

Sanırım bana ızdırap veren Beşiktaş'tan ayrılmak. Mutfak penceremden bana gülümseyen masmavi deniz, Theomun parktaki arkadaşları... Ayrılık bunlar olsa gerek.

Oysa nasıl da aşıktım İstanbul'a... Üniversitedeyken İstanbul dışında bir yaşam düşünemiyordum. Tabii o zaman nüfus 10 milyon falandı sanırım. Londra'ya gittim. Yine dönecektim, İstanbul beni her fırsatta çağırdı. Şimdi yedi buçuk yıl sonra... Nefes alınamaz oldu bu şehirde. Ama daha önemlisi, bu ülke çocuklarını sevmez oldu. Ve ben anne oldum...

Artık gitme zamanı. En azından deneme zamanı... Xavier'in iş bulması onun şehrine, Brüksel'e gitmemiz için bir fırsat oldu. Denememiz lazım. Çocuklarımla daha fazla vakit geçirmem lazım. Çünkü Theo'dan Elif'e benim en büyük deneyimim nasıl çabuk büyüdüklerini görmek oldu... Onlarla olmak için bir fırsat bu. 

Macera? Yeni bir şehir? Yeni bir dil?.. Hayatımın oldukça tembel bir döneminde bunlar hiç heyecan uyandırmıyor. Ama gidiyoruz. Gidiyorum.

Gidiyorum.

------------

Eskiden şöyle düşünürdüm: Ayrılıklarda hep geride kalan daha çok hüzün taşır. Giden nasılsa yeni bir hayata adım atmıştır. Yeni heyecanları, umutları vardır. Dolayısıyla özlemeye, geri dönüp bakmaya pek fırsatı olmaz. Geride kalan yalnızın boşluğunu hisseder, anılara tutunur. En çok o üzülür...

Şimdi şunu biliyorum: Geride kalan özleyecek ama hayat kaldığı yerden akacak. Bu ülkede gündelik aksiyonlar ya da hafif yaşam sarhoşlukları, orta sınıf alışkanlıkları dolduracak yine günleri. Arada "Gittiler ama iyi yaptılar. Zaten kocası yabancı, neden geldiler ki buraya. Hem orada standartlar daha yüksek..." diyecekler arkamızdan, biraz Facebook like'ları falan, kalpli ifadeler... Hayat akacak. Giden ise en sevdiklerinin arasında yalnızlığın -de halini yaşayacak. "Brüksel'de" olacak.

Vakit çok azaldı.

Haftaya bugün evimiz, parkelerini iki kişi sırtlanıp üçüncü kata kendimiz çıkardığımız evimiz bizsiz kalacak. Eşyalara ve şey'lere çok bağlanmamak lazım tamam da her santiminde emek var. Yabancı koca olunca bütün ustalarla kendim uğraştığım koca bir tadilat var, benim emeğim var.

Sonrasında iki hafta annemde kamp kuruyoruz. 27 Mayıs'ta yeni evimizde, Brüksel'deyiz. 

Zaman dar ama uğrayabilen, görmek isteyen dostları bekleriz.

Hüzünden anlamayan güleç bir kızım ve dünyayı sallayacak bir oğlum var. Onlar yanımdayken vedalaşmak imkansız. Belki karşılıklı iki gülümseriz. Güzel olur.