Friday, September 05, 2008

AB vatandasi olmanin dayanilmaz hafifligi...

AB Yalanina Hala Inanan Var mi?

Oyle bir milli hirs haline getirdik ki bunu, elbet bir gun olacak...

Olsun da nasil olursa olsun...

Bizi istemeyeni biz hic istemeyiz, AB'ye girmeyiverelim canim...

Asil AB kaybediyor...

Yine de bir gun olacak!!

Bunca karmasik duygu icinde Turk halkinin hala bu senaryoya inaniyor olmasi bana cilginlik gibi geliyor. Aslinda 'disarida' olmamdan dolayi resmin butununu daha iyi gorebiliyorum. Siradan AB vatandaslariyla konusuyorum her gun bire bir. Elbette Turkiye'nin olasi AB uyeligi gundelik sohbetlerimize konu oluyor. Ve Londra'da gecirdigim zaman ilerledikce daha da inanmaz oluyorum AB vatandasi olabilecegimiz hayaline...

Fransiz arkadasim Adrien diyor ki, Nesli tum Turkiye Istanbul olsa, AB'ye girmenizi isterdim...

Baska bir Avrupali arkadas diyor ki, "Evet Polonya'yi, hatta Romanya'yi aldik cunku bizim icin ucuz uretim sansi demek. Oralara fabrikalar kurup is gucunden hammaddeye her seyi daha dusuk maliyetli uretebiliriz. Bu noktada Turkiye akilli bir yatirim olmazdi, hem fiziksel olarak uzak hem de orta doguyla sinir komsusu..."

Baska birisi icin Turkiye demek Iran, Irak ve Suriye'yle komsu olmak demek. Arkadasim Remi, bunu asla istemiyor. Avrupa'yi Irak komsusu olarak hayal edemiyor. Hele hele 6 yildir suren savas hala aktifken...

Ayrica cok klise soylemler var, cografi olarak Turkiye'nin sadece %15'i Avrupa kitasindayken, niye AB icinde yer alasiniz ki? Ama bunun karsiligi basit, AB bir politik ve ekonomik topluluk. Sadece fiziksel sinirlarla yurumuyor. Yoksa Eurovizion'da, guzellik yarismalarinda, tum futbol karsilasmalarinda niye Avrupa grubunda olalim ki?.. Avrupa Birligini bunlardan ayri tutmak lazim...

Bir de benim vardigim yargilar var. Mesela 70 milyonluk nufusuyla Turkiye'nin AB parlamentosundaki "ikinci en buyuk ulke" olma konumu. Dusunsenize, Turkiye Fransa'dan bile cok sandalye elde edecek. Almanya'dan sonraki en buyuk ulke... Iste burda hayallerden uyanmak gerekiyor! Bu 70 milyonluk musluman ulkeyi kimse bastaci etmeyecek... Kultur mozaigi deniyor bugunlerde, Avrupa'ya renk getirecekmisiz. Soyler misiniz Allah askina, hangi Hiristiyan (ki buyuk kismi inancsiz) topluluk Muslumanlarin ileri derecede soz sahibi oldugu bir meclis tarafindan yonetilmek ister?

Bir diger gerceklik, ilimli islamin nasil da geri tepecegi. Onceki yazilarimda belirttigim gibi AKP'nin yukselisi Avrupalilar tarafindan desteklense de is masaya oturmaya gelince her turlu dindarlik korku yaratiyor. Bilim yuzyillardir cagdaslasmanin temeli olmusken her turlu dini unsur, insanlari kaygilandiriyor. Hele bir de 11 Eylul sonrasi Islamci teror akimlari...

Bir de yazilip cizilmeyen gerceklikler var. Rahmetli Ismail Cem'in bu konuda calismalari olmustu, AB'ye girsek bile seyahat ozgurlugu ve calisma izni haklarimizin olmayacagini anlatmak yonunde. Peki ben seyahat etmek icin hala vizeye gereksinim duyacaksam ve herhangi bir Avrupa ulkesinde kendi meslegimde profesyonel olarak calisamayacaksam Avrup Birligi vatandasi olmak ne demek?.. Ciddi bir sekilde bu konuda bilgi sahibi olmak isterdim. Hukumetimizin ille AB'ye girecegiz hirsi bu eksikliklerle ici bos bir balona donusebilir...

Tabii siradan vatandas Ingilizlerin saskinliklarini bilmiyor: "Aaa, Fransa'ya gitmek icin bile mi vizeye ihtiyacin var Nesli? Neden?.." Onlar icin tum kita tek bir sinir ulkesi gibi oldugu icin, sadece kimlikleriyle pasaporta bile gereksinim duymaksizin her yere gidebildikleri icin bizim durumumuzu anlamalari zor tabii...

Tabii ki ben de AB standartlarina kavusmak isterdim. Mesela cocuklu ya da fakir ailelere yapilan sosyal yardimlar (sadece belirli bir dindar gruptan bahsetmiyorum, her vatandasin esitce yararlandigi haklar!!), calisma haklari, insan haklari, demokrasi, cevre haklari, escinsel haklari gibi sosyal alanlarda AB seviyesini yakalamayi isterdim.

Ayni ajansta birlikte calistigim reklamci arkadasim Hakan'in tiraji-komik bir onermesi vardi: "Bu AB ilerde Premium ya da Gold kredi kartlari gibi yeni bir elit statu yaratirsa ancak o zaman biz de var olan alt statuden birlige girebiliriz."

.............

Keske... Keske uyanabilsek...

Tuesday, August 19, 2008

a little surprise for My Husband



It's been one month today since I started saying "I'm married." or calling Xavier "my husband".

I was not a woman dreaming of a marriage for a lifetime or all those well-known stories about a wedding. But you my love, only you made my life. I'm just thankful to be loved so beautifully.

It's so nice to love you, Xavier, that I'm just being myself. It's the first time someone understands my feelings so deeply. You always support me as I am and share everything with me -that's what I most like in our relationship.

Do you remember that day, a couple of weeks before our wedding, that we missed the flight to Paris because of me. Yes, I'm announcing it right here! :) I had never felt so stupid in front of you. You were pretty right to be angry with me and could say anything. But what you did was just understanding me in that peticular moment. Because I was very upset and you felt it on the phone. As I was about to cry in the train, you texted me saying you loved me. Of course I didn't expect this. You were sweet and made me smile. It was a little moment that I'll never forget. You touched my heart. I realized that day it was something I had given up looking for. It was you, only you in my life who made me feel loved even in a horrible moment... And that was the story I told my mum and my sister in our wedding about how I loved you.

Yes I love you my Xavier, because you never promised miracles. We never wanted a blown up dream to share about a future. That was the life as simple as it is. This is only a journey and we are passengers. Now I am really happy that you are sitting next to me, we are passing by roads, valleys, days and nights... Together. We are walking, driving, flying together... and together...

You are my love, my home, my family and my husband now. The life journey is getting more and more colourful every day with you. We are passengers. We are together. Love me... Stay with me...


Nesli Ceux

Friday, August 15, 2008

kime demokrasi?..

Az once Istanbul semalarindayken simdi minubuse atmisim kendimi, annemin kollarina kavusmak uzereyim. Iki bucuk yildir uzaktayim ama her 4-5 ayda birkac gunlugune de olsa gelebiliyorum Istanbul'a...

Bakiniyorum minubuste, yanimdaki kadinla birlikte 4 siyah carsafli kadin oturuyor ve 5 tane turbanli bayan var. Sadece ben ve arkada oturan genc kadin; ikimiziz basi acik. Yuzume vuran sicagi unutup dusunuyorum, eger bu gercekci bir orneklem grubu olsaydi, Turkiye'den bir kesit... Sacmalama Nesli, diyorum kendi kendime, bir minubusle bilimsel bir yargiya varamazsin. Az sonra minubus duruyor bir genc kadin daha biniyor, siki sikiya turbanini baglamis ve yuksek sesle bir "Bismillah!.." diyerek adimini atiyor iceri. Neden, diyorum kendi kendime, neden insanlar inanclarini reklam etme geregi duyuyor?.. 'Sicaga' dayanamiyor ve minubusten erken inip eve yuruyorum...

KILIK KIYAFET OZGURLUGU
Simdi Turkiye'de turban kamusal alanda ve ozellikle universitelerde kabul edilse, kiyafet ozgurlugu ilan edilecekmis gibi... Ama zaten basi aciklar icin de boyle bir ozgurluk yok ki Turkiye'de. Israil dogumlu ama Kanada'da uzun yillar yasamis eski ev arkadasim Shai anlatmisti, Kanada'da insanlarin kiyafetlerini kisitlayan hicbir yasal uygulama yok. Yani sokakta bir genc kiz tisortunu cikartip sutyeniyle dolassa, polisin ya da herhangi bir otoritenin mudahale hakki yok. Bazi ulkeler bu kadar 'ozgur' olmakla birlikte bunu cogu Avrupa ulkesi ve Amerika'da yapamiyorsunuz.

Simdi Turkiye gercekligine dondugumuzde, boyle bir ozgurlugun olmadigini cok acik gorebiliriz. Kaldi ki universitelerde iccamasiriyla bir kizin derse kabul edilmeyecegini de biliriz (aslinda bu, turban eylemleri sirasinda harika bir karsit protesto fikri olabilirdi!!). O zaman bu ucsuz bucaksiz ozgurluk istemi biraz daha ici bos gorunebilir belki...

KIME DEMOKRASI?
Son alti yildir en cok ismini duydugumuz kavram demokrasi. Peki kime demokrasi? Elbette inananlara, hem de onlar gibi inanip tam da onlarin istedigi stilde basini ortenlere ve cuma ogle vakti dukkanini kapatana demokrasi. Demokrasi ise asil derdimiz, nicin 'oteki'lerin adi gecmiyor? Escinseller ne olacak? Turkiye'de bugune kadar hangi ust duzey yonetici ya da siradan bir ofis calisani escinselligini ilan edebilmis? Engelliler, Turkiye'de yasayan gayrimuslimler ve yabancilar peki? Kac tane kadirimda tekerlikli sandalye gecisi var, kac tane otobus engelli vatandaslarin seyahat ozgurlugune yardimci oluyor?..

Bir devlet kurumunda gorevli olan dayim, yaz tatili icin kurulusun Antalya kampina gitmisti. Simdilerde her yer guvenlik onlemi adi altinda kameralarla gozetleniyormus. "Ozellikle restoranda bir suru kamera var ve calisanlar buraya tatile geliyor ama icki icemiyorlar korkularindan, kameralar var, mimlenecegiz diye. Olsun ben ictim, inadina her aksam raki ictim kameralara karsi!" diyor dayim...

Bir de gazeteciler ve karikaturistler var. Sanirim 85 yillik demokrasi tarihimizde son 6 yildir oldugu kadar tazminat odemedi gazeteci-yazarlar. Bu kadar demokrasiden bahseden bir hukumet, bir turlu ozgur dusunceyle barisamadi, karikaturun kendi dogasindan gelen karsit fikirleri sindiremedi. Her propagandada ozgurluk dendi, ama kimse 301. maddeye dokunmadi. Erdogan, ben yasadim 301 sacmaligini, artik insanlara ozgurluk ve demokrasiyi gosterelim, demedi. Secimler gecti, silah arkadaslari degisti, en cok da demokrasi adi zikredildi ama ozgur dusunce adina bir arpa boyu yol alinamadi...

Demokrasi, ne kadar cogulculuk, ne kadar insan hakki, ne kadar saygi, ne kadar empati ve ne kadar farkli karsit gorus iceriyor? Kavramin isminden once bunlari sorgulamak lazim...

Tuesday, August 12, 2008

Ozgurluk metro vagonunda

Gecenlerde okumustum, Zulfu Livaneli soyluyordu, kucuk bir cocugun buyudugunu nasil anne babasi fark etmez de baskalari anlarsa Turkiye'nin bugunku durumu da oyle. Icerdekiler degisimi goremiyor ama uzun yillardir Turkiye'de yasamamis vatandaslar farki anlayabilmektedir. Cok dogru bir saptama ve tam da benim hislerimin aciklamasi...

Londra'dan Turk gazetelerini okurken basinin epey bir acilip sacildigini goruyorum. Malum bir de yaz mevsimi, herkes Bodrum'da, Marmaris'te, incecik bikiniler ve atletik vucutlar bol bol gazetelerde. TV haberleri de cok farkli degil. Hep bir zevk-i safa... Peki evlerin ici, sokaklarin kaldirimlari nasil siradan vatandasin etrafinda? Sokaklarda mini etekli bir kadin gormek mesela...

Ben iste o Livaneli'nin tarif ettigi disaridaki insan olarak kendimde goruyorum degisimi. Istanbul'a onceki ziyaretlerimde diyordum ki "Onlarin istedigi gibi olmayacagim! Eger kendi kiyafetlerimi kisitlarsam, aman rahatsiz etmesinler diye giysilerimi secersem, onlar gibi olacagim. Toplum hep birlikte bir guzel kapanacak... Hayir!!" Ve buna ragmen, kendime ragmen, Istanbul'a son geldigimde (hem de havanin sicagina ragmen) son derece 'edepli' giyinmeye calistim, sirf sinirim bozulmasin diye. Sonuc? Erkeklerin bir kadinin boynunu, ensesini, en dogal yerlerini gormeye tahammulu yok. Tahammul de degil bu aslinda, buyuk bir doyumsuzluk. Gorebilecekleri her noktayi sonuna kadar degerlendirip iclerine cekmek, hazzina varmak istiyorlar. Cunku iste toplum kapaniyor, karariyor. Evlerindeki esleri disinda kimsenin sacini gormezse bu erkekler, baska saclar (ve daha neler neler) buyuk, ulasilmaz, bir o kadar da tatli zevklere donusmeyecek mi?..

Bu kadar degildi onceden... Genc kizlik yillarimi hatirliyorum, herkes daha bir kendi halinde ve ozgurdu... Ve bir de Londra'daki diger muslumanlar var. Endonezyali arkadasim Sufi ve Bangladesli Mohammed... Bu adamlarda da goruyorum ayni acligi, ulkelerinde -kapali- esleri var, eslerinin kendilerini sadece kocalarina saklamasindan/gostermesinden gururla bahsediyorlar, sadiklar da uzaktaki hanimlarina ama Londra'da gordukleri karsisinda aynen Turk erkeginin acligi ve goz doyurma takintisi var...

Istanbul artik erkeklerin yasam alani. Koca bir acik arazi, ucsuz bucaksiz. Bozkir gibi. Hani her ne yaparsaniz aninda gozetleneceksiniz. Kameralara gerek yok, erkek gozleri dogal olarak zoom yapabiliyor. Erkek erkege gayet rahatlar. Futbol, din, siyaset bir yere kadar idare eder. Peki ya bir kadin gecerse bu bozkirdan? Ya yere dusurdugu kagida uzanmak icin egilir de beli azicik acilirsa? Ya onu onunden goruyorsaniz ve tisortunun yakasi kazara yer cekimine yenik duserse?

Nedir aciklamaniz? "O da oyle giyinmesin kardesim!" Aynen tecavuzculerin savunmasi gibi, oyle giyindi, onu yapti, tahrik etti... Cunku kadin olarak sizin secme sansiniz yok, onlarin dusundugu gibi davranmak zorundasiniz ya da sonucu hak ediyorsunuz iste... Cunku onlar zavalli, erkek dedigin iradesizdir, dogasinda vardir, yapar. Nokta.

Londra'da en yogun saatlerde metroya ya da otobuse binen Turk kadinlari, ozgurlugun nasil bir sey oldugunu bilirler. Kimse size azicik dokumanin, degmenin hazzinin (!) farkinda degil burada. Bana gelince... Metroya frapan giyimli ya da dekolteli bir kadin binse mesela ben hemen etraftaki erkekleri gozlemeye basliyorum. Sonuc sifir. Neredeyse kimse basini cevirip bakmadi bile kadina... Aa, su genc kiz cantasini dusurdu de egildi yere, beli acildi. Ne yani erkekler bakip da bundan zevk mi alacak, amaan Nesli kimin umurunda?!.

Simdi, 3 hafta once evlendigim sevgilim, kocam, Xavier ilerde Istanbul'da yasamak istedikce ben dusunuyorum... Cok sevdigim sehrim, ailem, gecmisim... Peki kadinligim ne olacak, fikirlerim, algilarim? Kadin olarak nasil yasanir Istanbul'da?..

Thursday, July 10, 2008

Biz ve onlar

Istanbul'da yeni bir konsolosluk saldirisi. Bu defa Amerika.

Cok gec saatte gece haberlerinde, BBC 2'de goruyorum haberi. Olay yeri goruntuleri ve sadece bir tek roportaj var bant kaydinda, o da turbanli bir kadinla yapilmis. Haberin icerigini unutuyorum, zaten benim derdim bu degil, detaylar bolca basinda yer alacak bugunlerde... Ama o turbanli kadinla yapilan -tek- roportaj canimi sikiyor, uykumu kaciriyor. Nicin Turkiye hakkinda gordugum tum haberlerde ya carsafli ya turbanli kadinlar yer aliyor? Hic mi basi acik kadin yok bu 'musluman' ulkede?

"Turkiye %99'u musluman bir ulkedir." Bu boyle bilinir. Cunku Turkiye'de insanlar "musluman degilim" demez direkt ve nufus cuzdanlarinda musluman olduklarinin belirtilmesini onemsemezler, Ingilizlerin hiristiyanliklari hakkindaki bakis acisi gibi, "Ailem musluman ama ben hicbir seyim." demezler. Azinliklari, diger din mensuplarini gectim peki inancsizlar ne oluyor Turkiye'de? Ya da farkli sekilde diye inananlar ya da vs... vs...ler? Onlara hic mi yasam alani tanimiyoruz?

Turbanin yukselisi sadece dindarlik mi? Ben buna guluyorum. Kendi inancima saygi duyulmasini bekledigim icin herkesin inancina son derece saygiliyim. Ama turbanin baska bir sey oldugu cok aleni; hatta 1-2 ay once basbakan da bunu agzindan kacirmadi mi?

Beni uzen ve rahatsiz eden sey, kadin kadina toplumda geldigimiz nokta. Cok degil yakin gecmise bakiyorum. En yakin arkadaslarim turbanliydi. Hicbir zaman rahatsiz olmadim. Kimsenin bana basortusu taktiramayacagi gibi, annemin basindaki basortusunu de cikarttirmasini kabul edemem. Ama zaten onceden basortusu inanca dair bir seydi ve biz hep birlikte rahattik. O zamanlar onlar da benim basi acik olmami ya da bikinimle denize girmemi elestirmiyorlardi. Ben de onlara korkuyla ya da ofkeyle bakmadim hicbir zaman.

Simdi, onceki paragrafta basladim iste, "biz" ve "onlar" demeye. Bunu AKP'nin yukselisiyle birlikte gazetelerde ilk gordugumde telaslanmaya baslamistim aslinda. Birkac ay once mesela, bir Londra ucusunda ucakta okuyorum, Sabah gazetesinin hafta sonu ekinde uzun bir roportaj "Islami Kesimin Cok Okunan Yazari" sifatiyla Emine Senlikoglu... Benim de erken genclik yillarimda okumuslugum vardir kendisini. Senlikoglu'nun roportajdaki uslubu ve "bizler" ve "onlar" seklinde kurdugu cumleler beni soke etti ve roportaji yapan basi acik ve genc kadinin halini dusundum. Aslinda yerinde olmak, Senlikoglu'yla iki laf da ben etmek isterdim... Ah ne isterdim!!! Medya yorumlari yapiyor Senlikoglu da mesela, gunun birinde Hulya Avsar'in kapanabileceginden umutlu oldugunu, ama Sibel Can'in kapanabilecegine inanmadigini soyluyor. Ne simdi bu yani? Toplumu -ve oncelikle kadinlari- ikiye ayirmislar, basini ortenler ve ortmeyenler seklinde, bir zafer edasiyla yukselislerini zikrederek nasil cogalacaklarini anlatiyorlar. Cunku siz onlardan degilseniz eger, cok da bir sey degilsiniz aslinda.

Ve amaclarina adim adim, sabirla ulasmalarini izliyoruz. Cok da farkinda degiliz ama biz ve onlar olmusuz bile...

Thursday, May 08, 2008

Haylaz Harry ve Bilal Erdogan...

Demokrasi reformalarini 100 seneden fazla zaman once gerceklestirmis Ingiltere'nin hala monarsiyi korumasini, bu ulkede insanlarin kraliceyi hala seviyor olmasini 2 yildir anlamis degilim.

Yine de bugunlerde yuzumu gulumseten haberler var. Gazete ve dergilerin magazin sayfalarinda bol bol gorulen iki genc prens William ve Harry; Prenses Diana'nin cocuklari...

Irak'ta Amerikan ve Ingiliz ordularinin varligini ne kadar elestirsem de (ki Ingilizlerin de Irak'a evlatlarini gondermeye cok tahammulu kalmadi artik) William ve Harry'nin kraliyet goreviyle Afganistan ve Irak'ta savas egitimi almak uzere bolgeye gidip 2-3 ay gecirmelerini takdir ediyorum...

Savasin her turlusune karsiyim.

Bu devirde insanlarin hala biraz daha toprak parcasi sahibi olmak icin birbirini oldurmelerini anlayamiyorum. Savas, her kosulda savas ve asla insani degil...

Ama bir yandan da sizin ulkeniz karsisinda bir durusunuz ve onurunuz var.

Bugun kimse Turkiye'de orduya gerek yok artik, askerlik hizmeti durdurulsun demiyor, diyemiyor.

Neden hala surdugunu bilemedigimiz bir savasta, kendi ulkemizde, hala kendi insanimiz oluyor.

Basbakan askerlik yan gelip yatma yeri degil dediginde ben acili annenin gozyaslarini akitiyordum, hakliydi, artik vatan sagolsun denecek bir sey yoktu ortada...

Yine de William Afganistan'a, Harry Irak'a gitti. Askeri uniformalarla, diger askerlerle birlikte. Iki genc prens, piril piril iki genc, yazik olur... denmedi.

Ben simdi Basbakan ve tum meclis uyelerinin ogullarinin askerlik hikayelerini merak ediyorum. Hepsini tek tek duymak istiyorum, yan gelip yatmis olsalar bile... Nerelerdeydiler??

Monday, May 05, 2008

Kral Ciplak...

Istanbul'u dusunuyorum bugun...

Turkce'de, Fransizca ve Ispanyolca'da oldugu gibi cinsiyeti yok sozcuklerin. Daha baska dillerde de var, her ismi disi ya da eril olarak ayiriyorlar. Bizde isimler cinsiyetsiz olsa da Istanbul hep narin, isveli ama yine de agirbasli, gizemli, bir o kadar cekici bir kadin gibi tasvir edilir. Cok da yakisir tum bu benzetmeler Istanbul'a...

Ilk defa bir aksam vakti Istanbul uzerinde uctugumda gece isiklarini gormus, buyulenmistim. Istanbul incecik bogazindaki iki gerdanlikla isil isil ve muhtesemdi...

Teoman 'Istanbul'da Sonbahar' sarkisinda uzgun ve yaslanmis, rimelleri akmis olarak anlattiysa da Istanbul hala genc bir dilber ve hep kadin...

Kolay mi essiz olmak; iki kitaya, binlerce yila, 3 buyuk medeniyete yayilmak...

Turizm kampanyalarinda da surekli buyuleyici guzelligini goruyoruz Istanbul'un.

Ya kesmekesleri? Istanbullular olarak raziyiz buna bir sekilde. Biraz da dunyanin herhangi bir buyuk sehrinde yasamanin bedeli, Londra, New York, Mexico City, Paris... Hepsinde az cok ayni.

Peki bugunun Istanbul'u?..

Ben son 2 yilimi epey uzak gecirdigim icin ara ara geldikce cok iyi fark ediyorum degisimleri. Her gelisimde biraz daha... Biraz daha... Teoman'dan daha karamsarim ben. Cok daha...

Cevizlibag'daki metrobus icin yapilan yeni ust gecit mesela... Merak ediyorum, her sabah milyonlarca kisinin gectigi o yolda kimse mi dusunmuyor bu koprunun ne kadar egreti, ne kadar 'cirkin' durdugunu? Evet cirkin bu, hicbir zevki, mimari tadi olmayan, sanki oylece alinmis konmus prefabrik, hani evde kendinizin de yapabileceginiz sacma sapan bir yapi...

Hem hangi akla hizmet hala bu devirde elektrik yerine benzinle calisan bir tasita ve kara yoluna yatirim yapiliyor, bunun neresi cevreci / Istanbulcu?..

Binalara bakiyorum, evlere, is yerlerine, alisveris merkezlerine... Hicbir binanin ruhu yok, oylece ust uste konmus beton parcalari, zevksiz renk ve desenlerle kaplanmis, basma bir entari gibi. Mimari dedigimizde aklimiza sadece Beyoglundaki Italyan ve Fransiz usulu binalar geliyor. Eski Istanbul evlerini de Gulhane Parki'nin hemen yanindan uzanan Sogukcesme Sokagi sahiplenmis, baska yerde goremiyorsunuz...

Anadolu yakasindan Avrupa'ya baktiginizda dogru duzgun yesil alan goremiyorsunuz artik... Kimlere, nasil yagmalandigi cok aleni olan guzelim ormanlarin yerinde luks villalar var simdi.

Yine de her seyden onemlisi Istanbul 'cirkin' artik. Bu, kimsenin soyleyemedigi, dilin varmadigi bir sozcuk ama gercek; cirkin, zevksiz ve ozelliksiz yapilarla gittikce cirkinlesen bir koca sehir... Bu yuzden mi artik insanlar daha sabirsiz, daha saygisiz? Kimsenin trafikte birbirine yol vermedigi gibi vapur kuyrugunda da herkes sizi ezip gecmeye calisiyor, yolda size carpan biri asla af edersiniz demiyor, kimsenin birbirine tahammulu yok. Belki de sanatin insan ruhundaki etkileri gibi. Once goz zevkiniz ve alginiz bozuluyor Istanbul'un yuzuyle ilgili, sonra iyimserliginiz, tahammulunuz ve tum olumlu duygulariniz dibe vuruyor... Sonucta gitgide kabalasan, sabirsizlasan, birbirine sikinti yaratan 15 milyonluk bir 'yigin' oluyorsunuz, toplum yerine...

Bunlari yaziyorum da koptum mu ben Istanbul'dan? Ait olmamanin verdigi bir burnu buyuklukle mi yaziyorum?

Ilk defa universite icin Izmir'e gittigimde hissetmistim 'o kadar' Istanbullu oldugumu.
- Nerelisin?
- Istanbulluyum.
- Iyi de koken neresi, ailen nereli?
- Aile kutugumuz Kirsehir'de ama en son 10 yil once gitmistim.
- Himm Kirsehir demek.
- Iyi de hic yasamadim ki ben orda. Havasini, suyunu bile bilmem. Dogma buyume Istanbulluyum ben.

Bunlari soylemek aslini inkar gibiydi basta, sanki sonradan takilmis bir yaka karti gibiydi Istanbullu olmak. Ben Alaattin ve Sevgi'nin 32 yil once aldigi apartman dairesinde dogup, yillar sonra baska sehirlere ve ulkelere savrulsam da hic ordan tasinmadim. Hala resmi ve daimi 'ev' adresim, aynen dogdugum yerin adresi.

Hayir, benim 'Kral ciplak!' deme sebebim bilakis, Istanbul'a ait duygularimdan odun vermeme sancilari... Sahi, Istanbul ilk Anadolulasmaya basladiginda denmisti degil mi, baska Istanbul yok!

Tuesday, April 22, 2008

Prosecco, Yandim Ali, Cizreli Mahmut...

Dun aksam, soylemesi ayiptir, Xavier'le harika bir yemek yapip yedik. Yanindaki bir sise Prosecco'dan olsa gerek cakir keyiftik ki, Meltem geldi. Laf lafi acti ve ben bir ara "Neler oluyor hayatta / Bir de su ruya gercek olsa olsa..." diye mirildanmaya basladim. Bu sefer de Meltem'le koca bir Hababam Sinifi muhabbeti... Xavier'e aciklamaya basladik karakterleri, hikayeleri... Ve hemen YouTube'dan klibi izlettik, kahkahalara boguluyorduk. Donemin modasina uygun olarak Hafize Ana'nin ve ogrencilerin mini mini eteklerini goren Xavier bu filmin ne zaman cekildigini sordu bana. 70'lerde, dedim. Cok ilginc, Nesli Turkiye'nin batidaki imaji cidden cok cok farkli, dedi. Biz zaten bu konulari cok zaman konusup kapatmistik da eski gunlerin boyle olmasi cok sasirtti onu. "Inan bana Turkiye 70'lerde cok daha acik fikirliydi." dedim. Ama ardindan gelen 80'leri ve 12 Eylul'u esgectim...

....

Gecen hafta Turkiye'den getirdigim DVD'lerden Son Osmanli Yandim Aliyi izliyoruz. Filmde Istanbul isgal altinda. Xavier bana soruyor; "Nesli bu Ingiliz ve Fransiz askerlerinin Istanbul'da isi ne?" Heh diyorum, iste bu! Iste 2 yildir benim anlatmak istedigim her sey bu soruda! Nasil da mutlu oluyorum bu filmi izledigimize!! Bir yandan filmi de kacirmadan kisaca anlatiyorum, "Hani ben sana hep diyordum ya Birinci Dunya Savasi'na Osmanli son anda girdi ve kaybetti, savas sonrasi da Turkiye paylasildi, bu gordugun askerler de Istanbul'un yeni sahipleri... Iste tam bu zamanda sana hep anlatmaya calistigim ulusal bagimsizlik savasimiz basliyor... Izle izle!.." Tabii ki Avrupa'nin bugunku sinirlarini belirleyen savas Ikinci Dunya Savasi oldugu icin Birinci Dunya Savasi ve sonuclariyla cok ilgilenmiyor Avrupalilar. Bizim kaderimizi tayin eden savas ise ilki oldugu icin bizler de ikincisi hakkinda cok bilgili degiliz. Biraz da gereksinim meselesi ama nihayet Kurtulus Savasi'nin ve Mustafa Kemal'in onemini biraz anlamaya basliyor Xavier...

....

Yine gecen hafta Can Dundar'in Nereye? kitabini okudum. Kitap 2001 yilinda yazilmis, yazarin yeni bin yila dair gozlemlerini, endiselerini ve hislerini iceriyor. Ben henuz okuyabiliyorum. Yil 2008. Cok sasiriyorum cunku yazilanlar neredeyse bugun yazilmis gibi. Yil itibariyle dunyanin kaderini degistiren ikiz kulelerin yikilisina tanik olunmus hep birlikte. Amerika, Afganistan ve Irak pesine dusmeye baslamis. O gunden bugune neredeyse her sey ayni. Tum dunya vatandaslarinin ickilerine atilmis Nuri Alco haplariyla uyutuldugunu dusunmeye basliyorum. Buyuk bir cilginliga tanik oluyoruz bu cagda. Ve ben hala Musluman oldugum halde terorist olmadigimi aciklamak zorundayim insanlara, hala kulelerde olenler icin uzuluyoruz ama bir yandan da yanibasimizdaki savas devam ediyor, 7 yildir insanlar hala oluyor!! Utaniyorum, birey olarak hicbir sey yapmiyorum. Yapamiyorum degil, yapmiyorum. Kendi derdime daliyorum belki... ya da sadece herkes gibi. Bu yuzden yazma ihtiyaci hissediyorum, yazinin kaliciligina guvenerek, hayattan af dileyerek...
....
3 hafta falan oluyor Milliyet'te online bir haber okuyorum. Cizreli 10 yaslarindaki ilkokul ogrencisi Mahmut, sinif baskanligindan haksiz yere alindigi gerekcesiyle bir kampanya baslatiyor ve yeniden sinif baskani seciliyor. Ozet bu. Haberin bakis aicisi da Mahmut'un kahramanligini duyuran, insanlari galeyana getiren bir uslupla kaleme alinmis. Olayin icerigi ise su, Mahmut gorevini kotuye kullandigi gerekcesiyle ogretmeni tarafindan gorevinden alinir, bundan sonra baslattigi kampanya icin de posterler basar, postere okul mudurunun de cep telefonunu yazarak -beni destekleyin- mesaji verir (sms oylariyla kazanilan Popstar kulturu) ve bu posterleri ilce merkezine, carsiya, dukkan duvarlarina asar. Halk da 'Bravo cocuga, hakkini ariyor' diye destek olup muduru ararlar, Mahmut'u desteklediklerini soylerler. Ve Mahmut azimle gorevini geri alir.
Okuyucu yorumlari ise haberden daha sacmaydi, herkes Mahmut'un kahramanligini takdir etmis, bu oyku azmin zaferi olarak sasaali bir sekilde kutlanmaya baslamisti. Herkes bu cocuk gibilere memleketin ihtiyaci oldugundan ve gercek demokrasinin boyle olmasi gerektiginden dem vuruyordu. Ta ki benim yazdigim online yoruma kadar.
Kisaca insanlara, Mahmut'un cabasini takdir ettigimi ancak sinif baskaninin okul disindaki halk tarafindan secilemeyecegini, bunun hicbir sekilde demokratik olmadigini, dis guclerin Mahmut'u desteklemek adina muduru arayarak onu sectigini ve sinif arkadaslari olan kendi secmen kitlesi degil de carsi esnafi tarafindan secilmesinin carpikligini aciklamaya calistim ve sonuna da ekledim "Kucuk Mahmut gariban edebiyati yaparak amacina ulasti cunku Turk halki nerde ezilmis varsa olayin aslini arastirmadan, ustune dusunmeden yardima kosar, destekler. Iste bu, AKP'nin bugun bu duruma gelmesine harika bir ornek." Benim yorumuma pozitif puanlar verenler oldu, benden sonra benimkine benzer bakis acisinda 1-2 yorum yazildi, sonradan haber online yayindan kaldirildi. Belki gundemde Fenerbahce-Chelsea maci gibi cok onemli gelismeler oldugundan belki de Milliyet gazetesi kendi haberindeki yanli bakis acisini fark ettiginden... Kim bilir...

Wednesday, April 16, 2008

Kisa Kisa...

Mart ayi sonlarinda fark ettim ki son uc ayda 6 farkli ulkeye ayak basmistim... Sikayetci miyim, kesinlikle hayir!! Hayatimda guzel degisiklikler de oldu. Kisa kisa ozet gecip asil yazmak istedigim konulara deginmeliyim.

Aralik ayinda Noel icin Fransa'nin Pouant koyunde, Xavier'in annesiyleydik. Cok sicak bir aile kutlamasiydi ve ben MasalEv'e bayildim. Cocukluk hayallerime geri dondum :)



















Oradan yilbasi icin Bruksel'e gectik. Xavier'in arkadaslari, onun sehri, bol alkol, bol parti... Aman Allahim, nasil hizli yasayan bir sehir burasi... Artik cok genc olmadigimi hissettim.

Arada Londra'ya yeniden ayak bastiktan sonra, Ocak ayinda 3 gunluk bir Amsterdam kacamagi yaptik. Nasil guzel, sakin ve huzurlu bir sehir Amsterdam. Evet uyusturucu trafigine ragemen aynen bunlari hissettim!! Kimse kimseyi rahatsiz etmiyor, zaten sadece 'dogal' uyusturucular yasal oldugu ve sadece 'coffeeshop'larda icilebildigi icin gencler girip dumanini tutturup kafasi bir dunya oturuyor. Kimsenin kimseye zarari yok...


Ve 1 Mart'ta ben binbir guclukle, son anda vizemi almis Meksika'ya dogru ucuyordum. Harika bir deneyimdi bambaska bir kultur ve insanlari gormek. Karayipler'de cup cup yuzmek de cabasiydi hani :) Xavier ve Adrien'le birlikteydim bu sefer. Bir suru tur duzenledik kendi basimiza, her gun ayri bir yer gorup, tarih, doga, eglence kesifleri yaptik. Neyse fotograflari Facebook'ta bol bol paylastim arkadaslarimla...


















Mart sonunda da ani bir planla Paskalya tatilinden yararlanip 5 gunlugune Istanbul'a kactik. Bu sefer hayirli bir is icin geliyorduk... :) Evet mutluyum ben bu adamla ve cok yakinda evleniyorum. Sevgi Hanim pamukalara sardi kucuk damadini, bizi ve yuzuklerimizi gordugu icin cok mutluydu... Su an nikah islemleri uzerinde calisiyoruz ve birkac haftaya kadar Fransa'da evlenecegiz. Dugun mu? Insallah seneye dostlar... Artik ne zaman vaktimiz ve enerjimiz olursa, zira Xavier'in ailesini ve arkadaslarini da Istanbul'a getirtmeliyiz. Ya bir de birlikte yasamamiza, her seyin iyi gitmesine ragmen evlilik azicik urkutucu. Bu yuzden su an hayatimizda hicbir degisiklik olmamasi en iyisi... :)


Sonra... 27 yasima girdim yakin zamanda... Butun hafta sonu benimdi, cumartesi gecesi partim, pazar gunku dogumgunu yemegim, aldigim hediyeler, Xavier'in surprizleri... Harikaydi. Ama pazar sabahi uyanip da hala 27 yasinda olmak, buna ragmen kimsenin kutlamamasi beni 'Sinir Krizinin Esigindeki Kadinlar'a ozendirdi :) Evet hala 27'yim bugun ama hayat bana gulumsuyor artik, mutluyum, heyecanliyim...



Himm arada baska neler oldu... Cabuk, Rankin Bearded Dragon cinsi kizimiz sonbaharda evimize getirdigimiz ilk aylarda pek buyumese de yilbasindan beri epey buyudu (28 gramdan 85 grama cikti!!) serpildi, guzellesti. Belki bir kardes alabiliriz ona :)





Hayatimin ozetini boylece hallettigime gore artik kendimle, hayatla, ulkemle ilgili kafami karistiran seyleri, korkularimi ve 'disardan' biri olarak gozlemlerimi paylasabilirim...