Saturday, June 10, 2017

Annelik sınavı


8 Haziran
Bugün annelik sınavlarından birine girdim...
Brüksel'e geleli 2 hafta olacak yakında, evimize geçeli dün bir hafta oldu. Yağmurlu bir gün dışında her gün parkları ve oyun alanlarını keşfettik. İki çocukla yapılabilecek en iyi şey dışarıda olmak. Hem herkesin enerji seviyesi hem de ruh sağlığı için...
Bugüne kadar parklar ya boştu ya da küçük çocuklu anneler vardı, her halde doğru saatte gitmediğimiz için. Bugünse günün ikinci yarısını parkta geçirdiğimizden, bir grup çocuk geldi. Belki anaokulu dağılmıştı ve onlar zaten sınıf arkadaşıydı.
Theo'nun yersiz utangaçlıkları vardır, bilirim. Bugünse aksine çocuklar gelir gelmez daha yeni aldığımız kum oyuncaklarını kaptı gitti onlara gösterdi, birlikte oynayalım, dedi. Çocuklar ilgilenmediler, hemen yaşını sordular. Kahraman edasıyla 4 yaşında olduğunu söyleyince "Küçüksün..." dediler. Amiyane tavırla: iplemediler. Yüzündeki o ifade... Theo birden bebek oldu gözümde. O özgüvenli, kendini harika ifade eden çocuk suspus oldu, kanadı kırıldı. Sonra onların oyununu seyretti, bir türlü içlerine giremedi. Upuzun çubuklarla balon üflediklerinde içi gitti. Theo bak ben Fransızca konuşamıyorum ama sen gidip ben de bir kere üfleyebilir miyim diyebilirsin, dedim. Sesi çıkmadı. En azından onların yaptıkları balonları yakalayabilirsin, dedim. İstemezler, daha önce sordum, istemediler ki... dedi.
Galiba ebeveynliğin zor bir sınavı çocukların büyük duygularla baş etmeleri gerektiği gerçeğine katlanmak. Sorunları onlar adına çözmek ya da öne atılmak işe yaramayacak. Yaşayacaklar ve öğrenecekler... Biliyorum ki diğer çocuklar kaba ya da dışlayıcı değildi, zorba değillerdi. İleriki yıllarda öyle durumlarla da tanışacağız muhtemelen. Elif'in Kanada'da Demir'i nasıl parkta gizlice izlediği geldi aklıma. Demir henüz o çocukların dilini konuşamadığı için Elif tetikteydi, ne yapacak, onlarla nasıl iletişim kuracak, oynayacak mı diye... Almanya'daki küçük Kenan da yaşadı bunu Amerika'daki Ömer de. Biz şanslıydık ki Theo harika Fransızca konuşuyor. Ama bugün sonuna kadar hissettim parkta 'yabancı' ve 'yeni' olmayı. Ben de giremedim o annelerin içine. Abbasağa parkında yaşansaydı aynı olay nasıl sonuçlanırdı diye düşünmeden edemedim... (Tabii ki Theo'nun baloncuklu oyuncağa nasıl baktığını gören anneler onu çağırıp "Gel çocuğum bir kere de sen dene!" derdi. Ama burası Avrupa!!!)
2 haftadır hiç arkadaş görmedi Theo. Sadece 1 gün öğleden sonrayı kuzenleriyle geçirdi. Tam gün tam gaz kreşe giden, bütün günü arkadaşlarıyla okulda ve parkta geçiren çocuğu oyuncaksız boş eve tıktık- çizgi film yok, TV ve internet yok. Tabii ki bu şartların da başka kazanımları oldu, onu ayrıca yazacağım. Ama bu çocuk bu kadar hasretken arkadaşa, ilk fırsatta içine düşen duygulara bak. Zalimsin felek!
Sınav sonucu: Bu sınavı geçemedim. Bir çok kitaba göre yanlış yaptım. En sonunda gittim o anneye baloncuk oyuncağını nereden aldığını sordum. İngilizcesi çat pat olduğu için belki daha fazla konuşamadık ama aldığı yeri öğrendim. Bizim çocuk da bir üflese ya, diyemedim çünkü dayanıksız bu oyuncaklar. Bozulur, elinden kayar suyu dökülür, güvenemedim. Burası Avrupa... Theo’ya döndüm “Bak Theocum parkta, diğer çocuklarda gördüğün her oyuncağı alamayız. Daha bugün sana kum oyuncakları aldık. Ama onu ne kadar istediğini görüyorum, istersen o dükkan yolumuzun üzerinde, oradan bir tane alırız, eve gidince balkonda üflersin balonları.” dedim. Onun yüzündeki ifadeyi görünce anladım; kitaba uymasa da kararım, bu sınavı verememiş olsam da o an doğru hissettiğim seçeneği işaretlemiştim ve hiç pişman olmayacaktım.


Arkada ayakları görünen pusette Elif uyurken biz...