Thursday, December 06, 2007

bir Safak vakti...

Uzun zaman oldu. Hayatim, duzenim degisti azicik, daha bir kosturur oldum her yere. Ama keyfim yerinde, merak eden dostlar. Arada bir avuc okurumdan mesajlar almak, hayirdir Nesli, yazmiyorsun? diyen birilerini bulmak, ne yalan soyleyeyim simartti azicik beni. Ama maalesef ihmalkarligima care olamadi...


Simdi yaziyorum yeniden. Hayatimin onemli kadinlari uzerinde dusunuyorum birkac gundur ve kadinlik olgusu uzerine elbette. Kadinliklarina hayran olduklarim var, mesela Zuhal Olcay, Ece Temelkuran ve Elif Safak. Zuhal Olcay'i digerleri kadar gozetledigimi soyleyemem, sadece birkac oyunda canli izleme firsatim oldu, birkac roportaj, diziler. Ece Temelkuran mesela, fikirlerimin %100 ortusmedigini bildigim, bazen fazla sivri buldugum ama gunluk yazilarini kacirdigimda eksiklik hissettigim bir yazar. Beynini ve durusunu seviyorum bu kadinlarin. Hem de kadin duruslarina ragmen cinsiyetci yan gozetmemelerini. Zira bu kadar kadin kadin diyorum ya simdi, icinde cinsiyet ayrimcilik olan her bakistan uzak duruyorum bilakis...


Ama Elif Safak cok baska... 2005 yazinda, hayatimin en kotu yazinda ve hayatimin en guzel yaz tatilinden hemen sonra elime almistim Mahrem'i. Ilk Elif Safak deneyimimdi ve sanirim baslamak icin mukemmel bir secimdi. Bu kadar derin bir kadin, cok zeki ama nasil oluyor da bu genc yasta boyle bir Turkcesi var ve nasil buyuleyici kullaniyor dili... Sok edici bir oyku, mukemmel bir kurgu. Kitabin Ingilizce baskisini goruyorum simdi Londra'daki kitap evlerinde. Ama nasil olmussa kitabin kurgusu hakkinda okuyucunun bilmemesi gereken tuyolari (ki bilmeden okudugunuzda buyuk surprizlerle karsilasiyorsunuz) arka kapakta yazmislar bir guzel. Sasiriyorum ve kendimi sansli sayiyorum...


Sonra 2006 yazi. Londra'ya ucmak uzere hava alanindayim. Hayatim epeyce degismis bir onceki yazdan ve kitaptan beri. Baba ve Pic cok yeni daha. Firindan taze cikmis Ramazan pidesi gibi aliyorum, tazecik, sicacik, ucakta basliyorum okumaya... Cok farkli yine, cok zekice. Kitap tum romansal hazziyla tatmin ediyor beni, bir haftada bitiriyorum ama toplam 3 hafta kadar o karakterlerle yasiyorum... Xavier'e anlatiyorum bol bol ama asla detaya girmiyorum, onun da Ingilizce baskisini okumasini istiyorum cunku. Kitabi bitirdigimde kendi kendime soyledigim seyi hatirliyorum "Iyi de yine de yazarin sozde Ermeni soykirimi uzerine fikri yok metinde. Sanki suya sabuna dokunmamis pek. Yine de tarihi cinlerin uzerinden anlatmasi bile harika bir metafor bizim tabulastirdigimiz, asla kimsenin dogru duzgun konusmadigi gerceklikler uzerine..." Kitabi bitirdim, 10 gun sonra Elif Safak'a acilan davayla sarsildim. Beni sarsan bu icten ice yakinlik duydugum kadinin incinmesi kadar cehaletin Turkiye'deki yukselisine tanik olmakti. Kitabi okumus biri olarak ben yazarin cok da suya sabuna dokunmadigini, kendi fikrini vermekten kacindigini dusunurken (ah tabii Elif Hanim basina gelecekleri biliyordur, bu Turkiye'de olabilecekleri ben gorememisim ki hala) kitabi okumamis bir avukat, cimbizla topladigi sozcukleri birlestirip bir metin yaratiyor, bunun bolucu olduguna karar veriyor ve dava aciyor. Dava haberlerini internetteki Turk gazeteleriyle birlikte Ingiliz gazetelerinde de takip ettim. O zaman birlikte yasadigim Jessica, Bak Nesli Turkiye'de bir kadin yazar yargilaniyor diye bana haberi gosterdiginde "Aa, bu size bahsettigim, gecen hafta okudugum romanin yazari!!" dedim. Konunun disinda olan Ingilizler bana kitabi okumus biri olarak fikrimi sordular ve hatta Ingilizce baskisi cikinca okumak istediler...


Ama kendi ulkesinde kendini yargilayan insanlar, Elif Safak'in ne yazdigini merak edip 500 sayfayi okumaya tenezzul etmedi. Iste cehalet de adaletsizlik de burada. Internette hem de takip ettigim Milliyet gazetesinin okuyucu yorumlari beni gercekten uzdu. Yok aslinda yazar bu sekilde reklamini yapiyormus falan... Ve orda, okuyucu yorumlarinda gordum insanlarin bilmedigi, merak duymadigi, arastirmadigi konular uzerinden hatta okumadigi bir kitap uzerinden nasil sacma sapan siyaset yaptiklarini... Tabii bir de hayatlarinda hic roman okumadiklarini varsaydim. Yoksa bir romandaki karakterlerin diyaloglarini boyle yargilamayi dusunemez bir okur.


Ve bu yaz, yine Londra'ya donerken, yine hava alaninda Bitpalas ve Araf vardi posetimde. Ne yalan soyleleyim Bitpalas'ta cok bulamadim bekledigimi. Yine harika bir dil, yine ilginc ve yasayan karakterler ama doyurmadi benim Elif Safak aliskanligimi. Araf ise senlikli ve bunalimli karakterleriyle cok tanidik ve sicakti benim icin. Necla'yi cok dusundum okurken, orada olan biri olarak ne dusundugunu... Ama Baba ve Pic'ten daha yukari seyredemedi benim haz grafigim.

Simdi elimde Siyah Sut. 10 gun onceki kucuk bir Istanbul kacamaginda ablam ve Xavier'le Taksim'deki bir kitap evindeyiz. Xavier durtuyor beni, "Bak Nesli, senin sevdigin yazar!" Turkce bilmeyen sevgilim, biliyor sevdigim yazarin ismini... Icim isiniyor, hemen kapiyorum kitabi. O ara okudugum baska bir roman oldugu icin ancak basliyorum kitaba. Dun...


Ben yine hayran kaliyorum bu kadina. Kitabin inceligi ve cabuk bitecek korkusuna ragmen obur davraniyorum okurken. Basim donuyor; sozcukler, yazma tutkusu, bu kadinin kelimelere olan aski... Konu karamsar. Bir kadinin dogum sonrasi, bebek karari oncesi... Son zamanlarda, ara ara artik yasimin ilerledigi kaygisiyla kendimi yakaliyorken ve aile, bebek, annelik...ardindan "Yok Nesli, daha neler"ler... korkular... Yani ben cok da gonullu olmayarak evrimime devam ederken nerden cikti bu kitap!! diyemiyorum iste. Bu kadin cok akilli, cok duyarli ve cok insan.

.........................

Kadinlik uzerine dusunuyorum yine bol bol. Annelerimize, bizlere ogretilen kadinlik Turkan Soray kadinligiydi. Guzelligi bir kenara, hic cok sevemedim Turkan Soray rollerini. Cingene de olsa assolist de ya da bir anne veya hayat kadini, hep ayni bakar Turkan Soray. O suh bakan muhtesem gozlerinin altinda baska bir kadin vardir oysa; hep kendini feda etmeye hazir, sevdigi tarafindan yanlis anlasilip zulum gorse bile hep affedici ve affettikten sonra da hep mutlu. Matematiksel saglamasini yapiyoruz, dogru cikiyor sonuc. Her evli erkek karisini aldatir Turkiye'de, herkes bunu kabul edilmesi gereken bir gerceklik olarak beller. Kadinlar da affeder bir sekilde. Ama affettikten sonra oylesine mutlu olunamaz iste Turkan Soray gibi. Yine de hala ogle kusaginda bu siyah beyaz filmlerin iyi rating aldiklarindan eminim...

Ben erkek ya da escinsel olsam Turkan Soray'a degil, basta saydigim kadinlara asik olurdum, bir o kadar da korkardim bu kadinlardan...

Monday, June 11, 2007

Londra notlari - 2

TURKLER KADAR TATIL YAPAN MILLET YOKMUS...
kulliyen yalan!

Hep derler bunu. Yok ne cok tatil varmis Turkiye'de, yok Avrupa standartlarinin cok ustundeymis bizim yillik tatil gun sayimiz, calisip da milyar dolarlik dis borclari odeyecegimize ne cok tatil yapiyormusuz...


Gecen ay ya da biraz daha eski olabilir, Cetin Altan'in kosesinde okudum ayni seyi, 4 milli ve 2 dini bayram... Bunlari alt alta toplayinca ne cok gun ediyormus yillik... Buna gercekten cok sasirdim, eminim Cetin Altan gibi bir yazar hayatinin bir bolumunu yurt disinda gecirmistir, yabanci ulkelerin resmi tatil kavraminin hafta icine ozellikle getirildigini biliyordur...


Ingiltere'de Bank Holiday kavrami var. Yani bankalarin, ozel sirketlerin, devlet ofislerinin kapali oldugu gunler. Bu tatil gunleri illa ki cuma ya da pazartesi gunune denk getiriliyor. Sanirim bizde 2005 yilindaydi, milli bayramlardan ikisi hafta sonuna denk gelmisti, iki dini bayramin da hafta sonuna denk gelen gunleri oldu, boylece yillik 4 gun gibi tatilimiz olmustu calisan insanlar olarak.


Ingiletere'den bahsedeyim, yilbasi gunu, bizim Paskalya dedigimiz Easter bayraminda (nisan ayi) ilk cuma ve onu takip eden pazartesi, Christmas'ta iki gun tatil. Ayrica mayisin ilk ve son pazartesisi ile agustosun son pazartesisi de Bank Holiday olarak tatil. Ama Christmas ya da yilbasi gunu hafta sonuna denk geldi diye atlamiyorlar iste o gunu, bir sonraki pazartesi tatil oluyor. Calisanlarin bir kaybi yok yani. Bank Holiday'lerin 3 gunluk hafta sonu tatillerinde herkes seyahat ediyor, en azindan Fransa, Ispanya gibi yakin ulkelere. Gerci ablamin nisani icin Istanbul'a geldigimde gordum ki o Bank Holiday, Istanbul da epey populerdi Ingiliz turistler icin.


Bank Holiday'ler Fransa'da daha cokmus ustelik calisanlarin yillik izni de birkac gun daha fazlaymis Ingiltere'dekinden...


Londra'ya yeni gelen Rus Alexandra soruyor, Dunya Kadinlar Gunu kutlaniyor mu burada? Elbette diyorum ufak gosteriler, yuruyusler falan oluyor. Ama hayir yani, resmi tatil degil mi? diyor... Sasiriyorum. Meger Rusya'da 8 Mart kadinlar gunu olarak kutlanirken 22 Subat da erkekler gunuymus. Kadinlar gununde ailenin kadinlarina, kiz kardeslere, kiz arkadaslara hediyeler alinirmis erkekler gununde de tam tersi ve resmi tatilmis butun ulke bu 2 gun. Arada sevgililer gununu de kutluyorlar ama o resmi tatil degil, "maalesef" diyorlar. Tabii ki hafta sonuna gelirse bu gunler hemen cumaya ya da pazartesiye kaydiriliyor...


Peki ya yillik izinler nasil Ingiltere'de? Simdi siz bir restoranda part time garsonluk da yapsaniz, bir sirkette yonetici olarak da calissaniz ise girdikten 3 ay sonra 1 haftalik ucretli izninizi alip pasalar gibi kullaniyorsunuz!! Yilda 4 hafta ediyor bu. Simdi dusunelim, Turkler cok mu tatil yapiyormus?


Izin almak icin kivranmiyorsunuz, tarihlerinizi isvereninize ya da mudurunuze bildiriyorsunuz sadece. 6 ay sonraki tatil planinizi simdiden yapabildiginiz icin ucuslar da oteller de erken rezervasyondan dolayi oldukca ucuza geliyor. Kimsenin size cok is var, bu ara tatile cikamazsin deme hakki yok, cunku siz 1-2 hafta ortalikta olmazsaniz sirketin batmayacagini onlar da biliyor.



Evet bizler 6 ay sonunda isverinimizin insiyatifiyle 1 hafta tatil kullanabiliriz ya da ilk yilimizin dolmasini bekleriz 2 hafta kacabilmek icin... Is hayatinin ilk yilinda 4 hafta ucretli tatil yapmak hayal degil midir bizim icin?

Fransiz arkadasim Adrien, "insanlik disi" buluyor, yilda sadece 2 hafta tatil yapmayi. Oyle ya nasil kendinize vakit ayirip, rahatlayip isinizin stresinden arinirsiniz bu kadar zamanda, koca yil... (Benim 2 yil ayni sirkette calisip sadece 1 hafta tatil kullandigimi duyunca sok oldu tabii.)

Gece yarilarina kadar isimin basinda olmak zorundaydim diyorum, bazen hafta sonlari da... O zaman cok iyi kazanmis olmalisin, diyorlar. Guluyorum. Cunku bu taraftan bakinca dunyaya, eger cok calisiyorsaniz cok kazanirsiniz. Yoksa calismanin ne anlami vardir oyle ya, hayatlarimizi surdurmek icin yapiyoruz isimizi, hirslarla-ego tatminleriyle yaslanmaya gelmedik dunyaya...


Elbette ki biliyorum cevabi, bu, iyi bir ekonomide dunyaya gelmeyle, gelismek icin canla basla didinen bir ekonomide calismanin farki. Ama lutfen artik "Bizim kadar tatil yapan millet yok!" demesinler, bizim de agzimiz alismasin bu ici bos soylemlere !!!

Monday, May 14, 2007

Londra notlari - 1

AYSE ARMAN yazilarina benzettim yazdiklarimi, korktum !!

Fark ettim ki ozel hayatima fazla dalmisim, disarda olmanin getirdigi bakis acisiyla yazmak istedigim cogu seyi atlamisim. Madem online gunce tutuyorum, gozlemlerimi kaydetme zamani simdi. Istanbul'a gitmeden once basladigim yazimi ancak yayinliyorum.

Harika gecen Istanbul hafta sonunun yazisi ve fotograflar yakinda... Diger seyahatlere donup onlari da yazacagim. Bircok konu basligi var. Buyrun, bu ilki...

ULKEMDEKI KARMASA, ULUSAL KOMPLEKSLER...

Once Dink cinayetiyle sallandi ulkem, ardindan cumhuriyet mitingleri, 1 Mayis'ta yasananlar. Cok hareketli birkac aya sahne oldu Istanbul. Peki disarida nasildi bu?

Hep savundum, hala arkasinda duruyorum, Hrant Dink cenazesinde halk o katilimi gostermeseydi barbar Turkler'in Ermeni nefreti olacakti bu cinayet. Sonrasinda yok sloganlar tartisildi, yok ulke bolunmeye gidiyor dendi, perde arkasinda cok ciddi iddialar olsa da iste gundemden dustu gitti...

Sonra cumhuriyet mitingleri. Apolitik bir toplumun korkuyla titremesi olarak gormek hata olmaz herhalde. Dun bir Avustralyali arkadasla konusuyorduk, gecen ay Istanbul'a tatile gitmisti. Buyulenmis bir sekilde anlatti gezdigi yerleri ve sonra gundelik yasam, modernite, islam ve laiklige geldi konu. Onun izlenimlerini dinlemek benim icin keyifliydi. Ama soylemeden edemedim, ben cok da umitli degilim secimlerden...

Caglayan ve Gundogdu mitinglerinde olmayi gercekten cok cok isterdim (bir yanim hala Izmirli galiba...) 10 Kasim'lar disinda hic bu kadar Ataturkcu soylemlerle karsilasmamistik yillardir. Ulkede kaos, tedirginlik, yasal karmasalar ve Tayyip Erdogan'in imaji hakkinda yazilanlar...


ERDOGAN'IN BIZE CIZILEN KARIZMATIK PROFILI

Turk basini ve Erdogan taraftarlari nediyorlar cokca? "Erdogan karizmatik bir lider." "Avrupa'da bir imaji var ve bizi iyi temsil ediyor."

Buna karsin, ben cok nacizane deneyimlerimi aktarmak istiyorum. Bilimsel bir arastirma degil, bir orneklem uzerinden ulasilmis sonuc degil... Son derece oznel.

1 yildan fazla zamandir Avrupa'da yasiyorum. Ingilizler'le kaliyorum, arkadaslarimin hepsi ve sevgilim Avrupali. Ingiliz basininin genel tavri Erdogan hakkinda olumlu gibi duruyor ama her seferinde altini ciziyorlar, islami yonu agir basan bir lider ve bu tedirgin edici... Simdiki hukumeti ekonomi ve enflasyonun biraz daha iyiye gitmesi nedeniyle tutuyorlar. Bir de demokrasi karsisinda orduyu tehlike olarak gordukleri icin hukumetten yanalar. Evet biz de askerden korkuyoruz, son gunlerde yasanan darbe calkantilari urkutucu ama bir yandan da ordu degil mi laikligin bekcisi ve Ataturk'un savunucusu? Avrupa bunu goremiyor, madem halk demokratik bir sekilde secti, bu budur onlara gore.

Asil alti cizilecek nokta ise gazetelerin her seferinde vurguladigi Erdogan istikrarli ama islami yonu guclu imaji... Burdan baska bir konuya sicramak gerekiyor, islamiyet ve din korkusu...

DIN KORKUSU

Protestan Hiristiyan bir ulkede yasiyorum. Birkac yuzyil once Kral 8. Henry'nin baska bir kadina asik olmasi ama karisini da bosayamama durumundan ulkeyi katolik mezhepten koparmis, Church of England'i kurarak dini otorite kendisi olmus, bosanmayi mesru kilmis.

Church of England var guya ama kimse kiliseye gitmez hatta kendilerini hiristiyan olarak tanimlamazlar da. Ailem hiristiyandir ama ben hicbir seye inanmiyorum... derler laf arasinda. Christmas ve Easter geleneksel bayramlardir, cocuklar yumurta avina cikar, bir suru hediyeler alinir, kimse Isa'yi anmaz bile...

Boyle bir ulkede, hele 11 Eylul ve gecen yazki Heatrow olaylarindan sonra din ve islamiyet hic de oyle bizim ulkemizdeki gibi sevgi, saygi, hosgoru tabaninda algilanmiyor. Ozgurlukler dini olarak gormuyorlar islamiyeti.

Iste bu noktada Turkiye'nin basbakani ilimli gorunuyor, ekonomi ve demokrasi iyiye gidiyor (bu onlarin gorusu!) ama dindar bir basbakan ve bu korkutucu...

INGILTERE'DE MUSLUMANLAR

Rakamsal olarak cok emin degilim ama sanirim ulkenin 1/3'u musluman. Musluman diyince biz Turkiye'den otesini cok dusunemeyiz. Bir Arap imaji vardir kafamizda. Ama burada Araplar ve ozellikle Afrikali muslumanlar oldukca buyuk community'ler. Londra'da Istanbul'da gordugunuzden daha cok carsafli ve peceli kadin gorursunuz. Sabah otobuste islami ozel okullarina giden ogrencileri gorursunuz, 7-8 yaslarindaki kucucuk kizlar siki sikiya baglanmis esarplariyla -oysa biz mukellefligin daha gec yasta geldigini dinen biliyoruz- etrafinizdadir. Din onlarin secimi degildir, aile gelenekleri, korumak zorunda olduklari bir kederdir benim gozumde, onlar adina.

Ve cok yaygin bir soylemle bitirmeli yazi dizimin ilk bolumunu. Ingilizler sozlerine "Irkci degilim ama..." diye baslayip soyle devam ediyorlar, "Butun muslumanlar terorist diyemem ama butun teroristler musluman." Bu, soylemin yumusak versiyonu, bir de "Butun teroristler muslumansa, butun muslumanlar da terorist diyebiliriz." dendigini duydu kulaklarim, farkli cevrelerde, defalarca. Simdi gelin de bu acidan bakin basbakanimizin ilimli islam politikasinin nasil algilanacagina...

Dedim ya cok nacizane...

Wednesday, May 09, 2007

25-28 Mayis

HAYIRLI BIR IS ICIN ISTANBUL'A GELIYORUZ !

Evet hayirli bir is cunku ablam nisanlaniyor. Ama Xavier'in gelisi cok surpriz oldu. Nihayet bir firsatini bulup Istanbul'u gorecek...

Bu durumda nisan aksami evde olsak da geri kalan her ani Sultanahmet, Taksim ve Ortakoy'de gecirmek zorundayiz!! Tabii arkadaslarla... :))

Isin komigi Xavier benden 1 gun once geliyor, kendi kendine tanisacak bizimkilerle :) Korkma, yemezler seni, bak ben senin ailenle tanistim onlar beni yemedi, diyince "I am not as sociable as you are." dedi :)

Ailemizin turizmden sorumlu bakani, hem de Xavier'le tanismis tek kisi olarak Burcu'ya buyuk gorev dusuyor. Benim ucagim yere degdigi saatlerde onlar sightseeing yapiyor olacak. ESRAAAA! Cuma gunu benle bulusup Taksim'de Xavier'le Burcu'yu sobelemeye ne dersin? ;) Aksamina da Cigdem katiliyor bize. Yupiiii !!!

Artik bir sekilde Elif, Alper, Murat, Selen (ki kendisi simdiden mizikcilik yapmaya basladi), Deniz ve Gokhan da gorulmek zorunda... Ya Evren... Lutfen dostlariiiiiim, sadece 2 gun olacak, bana biraz zaman ayirinnnnn ! Ve arada biraz Ingilizce pratik yapin, yapin ki Xavier yanimizda yabanci kalmasin. :))

Ne cok ozledim herkesi... Ya Necla? Yoklugu yine burnumu sizlatacak. Xavier'e anlattigim, sehre dair her anida Necla'nin kulaklari cinlayacak.

Dugunlerini, dogumlarini kacirdiklarimi gorme firsatim bile olmayacak...

Yine de geliyorum... Ablamin mutlu gununde, ailemle, sevdiklerimle, sevgilimle gececek guzel bir zamani iple cekiyorum.

He bir de nisan icin aldigim elbisenin bir yakasi var ki, evlere senlik. Sevgi Hanim'la papaz olmasak bari... (Xavier magazada ilk denedigimde aynen sunu soyledi: Pek Islamik degil bu elbise.)

Simdi... Kimler bekliyor beni? Who is in?? :))

Tuesday, April 10, 2007

cok guzel girdim 26'ya !!!

HEY YILLAR!.. YENILMEDIM SIZE... :)


Bu yil Easter tatilinin dogum gunumle birlikte baslamasi harika oldu. Cumadan pazartesiye bir long long weekend...




Cuma sabahi cok guzel basladim gune. Xavier'in cikolatalari ve hediyesiyle. Hatta yazma ozurlu sevgilim kart bile almis bu yil. Inanamadim!!! Nehir kenarinda yuruyup, azicik guneslenip cok guzel bir bahar gununun tadini cikardiktan sonra Darbucka isimli Arabik bara gidilip bol bol gobek atildi.



Bir onceki gun kontrole gittigimde doktorumun iyiye gittigimi soylemesi ve artik kolluk takmak zorunda olmamak isime geldi :) Topuklu cizmelerime ragmen hic oturmadim.

Ama gecenin yildizlari Ilke ve Xavier'di :) Ilke pullu gumus bir kemerle gelip sikir sikir oynadi butun gece. Aman Allahim Xavier'i gorenler inanamadi, ozellikle bizim Turk arkadaslar. Valla ben ogretmedim, benden once de bu kadar oynakti bu adam :)



Ertesi gun de nehir kenarinda Oxford ve Cambridge universitelerinin kano yarisini izlemek uzere toplandik. Yaris sadece 10 dakikaydi ama biz yer kapabilmek icin 3 saatlik bir piknik yapmak zorundaydik :)
Yukaridakiler Celine ve Almanya'dan onu ziyarete gelen sevgilisi Gerard. Alamanya'dan bir baska misafirmiz daha vardi ki, Nermin'i burda, Londra'da gormek cok guzeldi.



Yaristan sonra Xavier'in evinde barbeku partisi vardi. Off, etler harikaydi :) Biz yemeklerle eglenirken ascimiz balkondaydi...





Naughty chief!



Biraz yaramazdir kendisi ama elinden is gelir. Hic sikayet etmez, babekuyle ilgilenir.


Aa, bu arada markette buldugum bir Turk marka mangallik sucuk, gunun en harika ovgulerini aldi :)

Easter pazartesisini de Kensington Gardens'da gecirdik. Tembel, keyifli bir gundu. Kugulari, kazlari seyrettik. Bu yandaki fotografta tam "Yaaa! Xavier su kuguya bir sey soyle, benimle ilgilenmiyooooo!" modundayim :)


Thursday, April 05, 2007

mira nair'in yeni filmi...


Muson Dugunu'nun yonetmeni Mira Nair'in son filmini izledim dun aksam. Yonetmenin hep isteyip de izleyemedigim bir diger filmi, Kama Sutra. Sanirim bir kadinin yonetmenin bu isimde bir film cekmis olmasi en cok ilgimi ceken. Ama biliyorum ki erotizm yerine asktan bahsediyor o film...
Muson Dugunu, renkleriyle, gelenekleriyle, muzikleri ve kurgusuyla insana pozitif duygular asilarken sevdigim bir seyi daha yapiyordu: bilmediginiz bir "oteki" yer ve yasamlar hakkinda ipuclari veriyordu. Tipki The Namesake gibi...
Filmin tuhaf gorunen ismi cok net bir sekilde anlasiliyor hikaye icinde. Ondan sonra zekice geliyor zaten... Ilk yarim saatte kurgunun fazla duz olmasi, hikayenin cizgisel ilerlemesi ve yeni dogan bebegin hic de yeni dogmus gibi gorunmemesi biraz beni dusundurmus olsa da hikaye ilerledikce cok sevdim filmi, icine girdigimi hissettim.
Amerika'nin yalnizliginda, bir yeni evli Hintli cift. Cocuklarla birlikte hayatlarin da buyumesi... Degerler ve ayak uydurulan modernite. Bu tip hikayeleri cok goruyoruz ya da okuyoruz ama film bize gelenekci olmanin kurtulus oldugunu gostermiyor. Daha elestirel bir tavirla her zaman inanilan ve savunulan degerleri zaman gectikce curutuyor. Yapilan geleneksel evliligin mutsuzlugu, ailenin damadinin bir beyaz Amerikali olmasi gibi... Bu acidan cok gercekci.
Yine dugunler var, yine rengarenk film. Ama bu sefer cenazeler de var. Beni birkac kez aglatan yogun duygularla birlikte.
Genc adamin kafasini kazittigi sahne mesela. Detay anlatmiyorum seyir keyfinizi oldurmemek icin :) Ama derinden etkilendigim bir baska sahne, yikilmis halde bahceye cikan kadinin yalniz cigligi, calacak bir kapinin olmayisi...
Omzum ilk kirildiginda hissettigim yalnizlik onun gibi bir sey miydi? Ben o kadar caresiz olmadim sanirim, sansliyim. Zaten acim ve kaybim da kadininkinin yaninda
cok onemli kalmiyor. Ama bir de yalniz-yabanci-kimsesiz olma hali var.
Insanin icini burkuyor. Sahi Amerika cidden boyle bir yer mi?..

Thursday, March 29, 2007

nefs-i mudafai unutkanliklar


- Sadece bir kere degil, birkac sefer vurdu bana,
dediginde gozyaslarini siliyordu. Daha az once bahsetmisti olduresiye guc kullandigindan. Fakat benim de gozlerimin yasla ve nefretle doldugunu gorunce ekleme geregi duydu:
- Ama ben de cok kotu konustum, hakaret ettim, onu cileden cikardim...

Bir bekar olarak evli arkadaslarla ozellerini paylasmak tehlikeli bir yoldur. Ne diyeceginizi bilemezsiniz. Bir sekilde evlilikler duzelir, arkadasliklar tukenir. Ama Londra'da tanidigim bu genc Turk kadininin soyledikleri karsisinda icsesimi makul olmaya ikna ederek ve o tehlikeli yolu dikkate alarak
- Bak, ne yasarsan yasa ama lutfen bana onun cok iyi insan oldugunu, pisman oldugunu, istemeden yaptigini anlatip durumu mesrulastirma cunku bu sekilde kendini de onun da sebepleri olabilecegine inandiracaksin. Ama bunun sebebi sen olamazsin anliyor musun? Neymis ettigin agir laf? Bu dilde -onun dilinde- edebilecegin en kotu kufur mu, f.ck sozcugu mu? Bu ona canini yakma hakkini mi veriyor...

Gelecek hafta yeniden bulusmak uzere sozleserek ayrildik, ikimiz de biliyoruz ki konusmak onun akil sagligi icin faydali olacak.

Tabii butun gun yasadigim soku atamadim ustumden. Ben kimseyle konusamamistim cunku. Buyuk eski askimin nasil tek eliyle bogazimi sikip digerindeki bicagi gostererek
- Ne yapayim simdi ben seni, oldureyim mi? dediginde...

Ona cevap bile vermemistim. Belki yapamayacagini biliyordum ama gozundeki cinneti de gormustum... Neden o an bitmedi o iliski, bir de ustune 1 bucuk yil daha birbirimizi sevmeye devam ettik? (ettik mi?) Ask var miydi o ara? (gittikce daha da zorlastirmadik mi hayati birbirimize?) Vardi sanirim. Hastalikli bir ask, bir tane daha hastalikli ask.

Nasil kurtuldum icimdeki butun nefretlerden, hatta ofkelerden?

Su an yasadigim cafcafsiz, sade ama huzurlu sevgiden dolayi mi bunca hafif hissedisim? Ben dengelerimi bu sevgiden once kurmustum aslinda. Bu bir erkegin bana yasattigi bir duygu olamayacak kadar bana ait, bana ozgu. Belki de bundan dolayi hafifim su an ve belki de buyuyorum...

Arkadasimin evliligi bir bina oldu bugun gozlerimin onunde, hani vardir ya dinamitle patlatilan binalarin cokme goruntuleri.... Etrafa cok da yayilmadan asagidan kat kat yikilir. Seyrettim sadece sokaktan gecen biri gibi, maalesef. O sirada sehre yagmur yagdi, tozu dumani ortmek istercesine.





Wednesday, March 21, 2007

sol elim sag olsun...

Agrilar biraz hafiflemisken yazabilirim sanirim...

Gecen cuma sabahi yasadigim asiri dusuk tansiyon, 4 dusme ve bir kirik sag omuza mal oldu bana. 2 kere de sert sekilde kafami carpmistim ama neyse ki omuzum disinda ciddi bir problem yok. Ilk gunku bas agrisi da tekrar etmedi, butun testler temiz cikti...

Aman aman diyoum, iyi ki solakmisim. Kirik sol omuzumda olsaydi, benim icin cok daha zor olurdu sag elle yasamak. Bu halde de uyumak zor, gundelik hayat cok zor, ustumu degistirmek imkansiz.

Bir de yardima muhtac olma durumu var. Hal boyle olunca psikoloji de bozuluyor tabii. Msn'e baglaniyorum can sikintisindan. Iletisim hatalari daha cok canimi yakiyor. Bir gecmis olsun demeden, -oha, nasil becerdin dusmeyi- diyenler, abuk sabuk gulen suratlar yollayanlar... Tanidigim insanlar boyle tepkiler verdikten sonra, burada tanistigim insanlarin ilgisizligine sasmamak lazim aslinda. Neyse ki Xavierim var, iyi ki o var. O benim sag kolum...

..................
PS. Kanada'ya dair cok sey var ama tek elle yazamayacagim :) Cok guzel gecti, kisin soguguna ragmen harika bir deneyimdi. Yakinda...

Thursday, February 22, 2007

benim de karanliklarim var(mis)


Bastirdiklariniz vardir sizin de. Zihninizin en ucra koselerinde unuttugunuzu sandiginiz karanlik anilar bir catlak buldugu anda siziverir. Aslinda siziverir demek, durumu hizlandiriyor, dinamizm katiyor ama o kadar cabuk degil. Yillarca ve yilarca karanliklarda yogurulduktan sonra...

Ne istersiniz gecmisten? Hesaplasma?.. Duellolar cekiciligini kaybedeli cok oldu, ilk ergenlik geride kaldigindan beri. Bir yastan sonra biliriz ki cok da anlami yoktur son sozlerin, son hesaplasmalarin, oh iyi ki dedim de icimde kalmadi'larin... Cunku hicbir sey gideremez o duyguyu. Artik daha ciddi sorgulamalar vardir hayata karsi. Ben kucuktum. Masumdum. Kotulukler gordum. O zaman bende olamazdi hata, dunyanin bir sorunu olmaliydi. Ben bir seyleri cozebilir miyim hala?
Izledigi bir sinema filmini birkac ay kulucka doneminde
saklayan zihin, bir zaman sonra onu da ortaya cikarip gerceklerle
harmanlayip zehrini akitir mi...
Beyinden genize, ordan butun vucuda akan bir zehir.

Tuesday, February 13, 2007

see what all the noise is about!

Gectigimiz cumartesi, hayirli bir is yaptim, sevgililer gunu hediyesi olarak Stomp'a iki bilet aldim...






Londra'da 5 yildir sahnelenen Stomp, bir yildir gormek istediklerimden biriydi, Xavier'in de istedigini bilmek isime geldi... Biraz erken kutlamis olduk 14 Subat'i ama olsun, sovdan ciktigimizda ikimiz de cok memnunduk.


Sahnede 8 kisi... Once uzun sapli supugelerle ritim tutuyorlar, sonra kibrit kutulari, yerdeki talas, su birikintileri, kendi vucutlari, tencere, tava, cop tenekesi, gazete kagidi, poset hisirtisi... Bunlarin hepsi ayri bir enstruman. Bir ara step dansi da yaptilar. Anlayamadim bunlar muzisyen mi, dansci mi, cimnastikci mi!! Tencere ve tavalari oyle bir kullandilar ki, muhtemelen 2 tanesi profesyonel bateristti...




Komedi unsuru da cok iyiydi. Beden diline ve muzige harika espriler katmislar...





Cok hastaydim, cantamda mediller ve surupla gitmistim, neyse ritimlerini bozacak kadar oksurmedim :)






Thursday, February 08, 2007

KAR

Bu sabah penceremden gorunen manzara tam da boyleydi...Oysa gecen kis hic kar yagmamisti Londra'ya. Ama ben sasirmiyorum, ben ogrenciyken, Izmir'e de kar yagdirmamis miydim...

Nuri Bilge Ceylan'in Uzak'indan sahneler geldi gozumun onune. (Bir lutuf olmali o seneki kar, bir fotografci-yonemen icin) Bu arada Uzak buradaki muzik-DVD marketlerde gordugum tek Turk filmi...

Mutlu oldum tabii uyanir uyanmaz bembeyaz catilar gorunce. Orhan Pamuk'un, romandaki yuzlerce sayfalik kar tasviri geldi aklima. Kar nasil da orter her seyi. Izler kapanir bir guzel, ucsuz bucaksiz bir beyazlik... Hem bosluk hem masumiyet... Sebepsiz bir mutluluk...


Gerci burda coluk cocuk kartopu oynayanlari gormedim. Ama belki de dedim, benim icin yagdi bu kar... Dunku mutsuzlugumu ortmek icin...

Dun ABD konsoloslugundan ciktigimda hicbir sey hissetmiyordum. Kufur edemedim, sinirden aglayamadim. Sadece bir bosluktu. Koca koca adamlarin bana Hayir, Necla'yi goremezsin sen! dedigini idrak edemedim. Soracak sorulari ya da eksik hicbir sey yoktu. Bana direkt soylenmeyen tek problem, pasaportumun rengiydi.

Simdi hala Necla'yi Kanada'da gorme ihtimalim var. Ama onun evinde onun fincanlariyla cay icmeme ya da kedisi Captain Jack'i sevmeme izin yok. Belki de Japonya ya da baska bir ulkeye gidebiliriz Xavier'le. Simdi yeni bastan bir plan...

Hayatimin filmlerinden Herkes Kendi Evinde'de (Semih Kaplanoglu, 2001), acilis sekansinda, barda karsilastigi adama der ki Selim:
- New York benim hobimdir.
Selim daha once New York'a hic gitmemistir ama butun caddelerini, her kosesini bilir...

Oysa benim icin sadece bir sehir, bir fon'du...

Sunday, February 04, 2007

Anneler ve kizlari :)


- ... Ben de hizma takmak istiyorum iste...
- Ne? Nerene?
- Hizma bu, nereye takilir?
- Bak NesliHAN!.. (eger Sevgi Hanim bu son uc harfi eklemisse sinir katsayisi yukseliyor demektir :) ) Benim asla iznim yok buna!! Sonra yarin obur gun de -anne bak bu piercing'im, bu da dovmem- diye gelirsin karsima. Eger hizma falan takarsan gozume gorunme.
- Anne cidden cok hossun, yani ben Istanbul'a gelecegim de sen beni gormeyeceksin!! Ya kendimi 14 yasinda gibi hissediyorum, hatta ben 14 yasindayken bu kadar bagirmadin sen bana...
- Sen de o zaman yasina uygun davran, abuk sabuk seylerin pesinde olma. Bir suru sinir var burnunun etrafinda, tehlikeli olabilir.
- Amma yaptin anne. Anadolu kadininin yuzlerce yillik gelenegi bu...
- Anadolu kadini mi? Sen ne zaman tarlada calistin; tarlada cocuk dogurdun da gobegini tasla mi kestin, nehir kenarinda elinde camasir mi yikadin?..
- Anne ya harikasin, valla cok guluyorum su an... :)
- NesliHAN (yine ayni vurgu yapilmistir!), ben cok ciddiyim! 5 yil o camasirlarini tasidin Izmir'den de elinde bir cift corap yikamadin. Simdi bana kalkp da Anadolu kadinindan bahsetme!! Aa, yeter be! Artik hayatiniza bir yon verin. (BURADAKI COGUL EKIYLE ANLARIZ KI ABLAM DA MEVZU BAHISTIR VE IS HIZMADAN CIKMISTIR) Kac yasina geldiniz, ne yapacaksaniz yapin artik ama azicik akilli seylerle ugrasin!

...

Gecen pazartesi annemle bu telefon konusmasinin ardindan kafamda kirik kabugumla, kara civciv Calimero oluverdim. Kendi kendime 26 yasindayim, dedim... Cok guldum, bir guzel azar isittim. Ama Anadolu kadini mevzusu gercekten harikaydi :)

P.S. KUZENLERIM, SIMDILIK BIR SEY SOYLEMEK YOK ANNEME, ONA GORE... BENDEN DUYSUN ISTERIM. :)

Thursday, January 25, 2007

Sanirim 2006'nin en iyi filmi...


3 aydir bekledigim Babel, nihayet vizyonda. Inarritu uclemesinin en begendigim filmi oldu bu. (Amores Peros - 21 Grams - Babel)

Carpici, belki tokat gibi. Bu yuzden eglence arayanlara tavsiye etmiyorum. Gercekler var bu filmde. Bogazimda dugum dugum kalan duygular. Dun gece filmden ciktigimdan beri, uyudum, uyandim, hala etkisindeyim. Biliyorum ki birkac gun daha surecek bu, sinemayi iste bu yuzden seviyorum. Siradan hayatlarimizi oyalayacak bir sure. Ama dusunduklerim var filmle birlikte, bunlar cok degerli.

Xavier de benimle ayni seyleri hissetmis ve ikimiz de Amerika seyahati hakkinda dusunmusuz filmi izlerken. Ama cok sevdigim dostlar var bu seyhatte, onlar icin hala istiyorum!! Amerika'da yasamak istmezdim sanirim...

Monday, January 22, 2007

Utaniyorum.

LUTFEN KONUSUN...

Cuma aksami evden cikmak uzereyken Jessica sordu bana Istanbul'da oldurulen bir gazeteci... Hecelemesiyle anladim bunun bir Ermeni ismi oldugunu. Hemen interneti karistirdim ve ogrendim Hrant Dink cinayetini. Bugunlerde tuhaf bir hassasligim var zaten, o ayri, ama butun cuma aksami kendime gelemedim. Agladim, Xavier'e anlattim, uzuldu ama neden bu kadar etkilendigimi anlayamadi. Dunyanin sorguladigi Turkler, Ermeniler, onlara gore bizim soykirimi inatla kabul etmememiz, Istanbul'da gupegunduz bir cinayet... Aklim almiyor, nasil bir dunyada yasiyoruz ve nereye gidiyoruz...

www.milliyet.com.tr/2007/01/22/yazar/dundar.html Bugunku Can Dundar yazisini okumanizi tavsiye ediyorum. Gercekten bir 6-7 Eylul lekesi daha mi suruluyor alnimiza, neler oluyor...

Anlatmaya calisiyorum burdakilere, bu Ermeni yazarin son yazisini okudum internette, Turkiye'deki Ermeniler Amerika ya da Fransa'dakiler gibi degiller, mutlular Turkiye'de yasamaktan... Dink, uluslararasi hukukta yasadigimizin sorunlarin aksine barisci tutumuyla one cikmali, takdir gormeliydi. Ve biz simdi onlari korkutup zorluyor muyuz gitmeye?.. Iste bu yuzden utaniyorum. Aklim ve fikrim o gerici beyinlerden cok uzak elbette ama yine de sorumluluk hissediyorum.

Istanbul'daki dostlar, fiziksel yakinliginizdan oturu, lutfen yapabileceginiz her hangi bir sey varsa, bir sekilde rahatsizliginizi dile getirin. Protesto edin, bu olayin acisini tasidiginizi iceren mailler forwardlayin birbirinize. Biktim ben 7 kisiye gonderince gerceklesecek mucizelerden, meleklerden, Cin tilsimlarindan. Konusun. Evde, is yerinde, arkadaslarla... Lutfen bu konu hakkinda konusun.

Bazen sikici oldugumu biliyorum ama ben boyleyim... Yine de iyi bir hafta diliyorum herkese.

Wednesday, January 17, 2007

Yollara cikmak bile kolay degil...


Besmele cekerek zarfin yapiskanli yuzeyini yaladim bugun. Lutfen Allahim...

Turksen, muslumansan oyle kolay degil istedigin yere gitmek. Avrupa'da da Yeni Dunya'da da bu boyle. Oyle AB vatandaslari gibi elini kolunu sallaya sallaya, sinir kapilarinda sadece pasaportunu gostererek gecemezsin. Oncesinde bir suru belge, bir suru stres, masraflar, ekstralar... Yedi sulalesini sorarlar adama ve formlardaki butun kutucuklari doldurup evet amcam katildi, teyzem uyusturucu ticaretinden 10 yila mahkum edildi ve 3. yilinda firar etti, erkek kuzenim tecavuzden araniyor, ablam devleti dolandirdi.... diyesin gelir. Yine de hep bir uzaklari gorme arzusu vardir, ona kiyamazsin.

Bugun Kanada vize basvurumu gerceklestirmis bulunuyorum. Gecen cuma gunu hazirdi her sey guya, aksilikler ve ekstra sorunlarla gecikmeli olarak hallettim nihayet. Umarim yolunda gider de Montreal'de Fancois'i ziyaret edebiliriz. Tabii ki sonraki adim USA konsoloslugu. Bekle beni Necla!..

Yol arkadasim, ki sevgilim olur kendisi-son 10 aydir da en yakin arkadasim diyebilirim, Xavier beyin vize gibi bir deri yok. Sadece pasaportunu ustunde tasimasi yeterli!! Peki nerede ilahi adalet, Tanrim?! Neyse ki ben butun bu sureci, stresi bol bol paylastim onunla :) Bana cok yardimci oldu. Bari kesinlesse de su seyahat o da rahatlasa...

Gelismeleri paylasmaya devam edecegim...



Benim bu hafta sonu biraz dagitmaya ihtiyacim var-bu vize durumu degil, farkli bir sebepten oturu elbette. Yaprakli postu gorenler anlayacaktir ne demek istedigimi... Bol bol dans etmeliyim. Biliyorum henuz carsamba ama herkese harika bir hafta sonu diliyorum simdiden!!


Sunday, January 14, 2007

Bir ruzgar esiverir...


Kelebek konacak bir yaprak arar... Ruzgar savurdukca savurur.

Bir haftalik omurde, elbet butun yollar uzundur.

Wednesday, January 03, 2007

Hos bulduk!



Yeniden yagmurlu, soguk, gercek bir Londra kisindayim, kahvem hazir, yilbasi ve bayram kutlama maillerini cevapladim. Iste burdayim!

Stevenage isimli kasabada, yogun ve cok guzel bir Christmas'in ardindan Bruksel... Yeni bir sehir, bir baskent daha, tursitcilik oyunu :), harika bir yeni yil partisi... Anlatacak cok sey var, henuz fotograflar elime gecmedi. Onlari yukleyip guzel bir sehir turu yapmak lazim okuyuculara.

He yedigin ictigin senin olsun, gezip gordugunu anlat derseniz isimiz zor... Zira Bruksel demek, cikolata, bira ve chips demek :) Ve benim icin sevgilimin sehri, onun arkadaslari ve mutlu hayati demekti. Mutlulugun oldugu her an, huzun de kol gezdi yanimda. Ama bunlari bir kenara birakmak lazim...

(Bir de Xavier'in sebek modu vardi yilbasi partisinde, ki fotograflarda goreceksiniz :) Kendimi sansli hissettim, dans eden tek erkek oydu, bense cok eglendim...)

Aslinda simarigim da azicik. Bayram ve yeni yil mesajlari gordum donunce, blogumda, mail adreslerimde. Unutulmama hissi, uzaktakiler icin efervesan tablet gibi!

Umarim herkes harika vakit gecirmistir bu 2 hafta boyunca.

Dun gece yazdigim tek cumlelik mesaja takilmasin kimse. Hatirlamak icin yazdim; alaboralardan sonra kavustugumuz dinginliklerin degerini anladim bir kez daha. Sahip oldugum gucu hatirlamak icin bunlara ihtiyacim yok oysa...

Cok enerjik, bol kahkahali, deli deli gunler diliyorum size :)

Ben zaten coktandir...

Artik kisa cumleler kuruyorum...