Theo büyüyor, konuşmaya başladı, ben bir türlü yazamıyorum.
Bir yandan bunları kayda geçmeliyim biliyorum ama vakit yok.
Theo 10 aylık civarında ilk defa BABA demişti ve ben 1 gün
süreyle aşırı kıskanmıştım Xavier’i. Sonra geçti.
Xavier'in babalar günü hediyesi, Theo hanüz 1 yaşında değilken bu fotoğraflar... |
3 Ekim’de, 15 aylıkken ilk defa bilinçli olarak ANNE dedi, içim
eridi. Bayıldım. Zaten o zamandan beri de susmadan konuşuyor Theo, çok hevesli.
Şimdi 20 aya yaklaşıyor ama 1.5 yaşından itibaren bayağı derdini anlatmaya
başladı, bunu hatırlamalıyım. Sözcükleri tekrarlıyor, şarkılara mırıldanarak
eşlik ediyor. Evet evet bunları unutmamalıyım!! Ali babanın çiftliği... diyor, “Theo
hangi şarkıyı söyleyelim?” diye sorduğumda sallanarak “Annesinin...” diyor, ben
devamını getirirken “yavrusu, kuzusu, pamuğu... annesi Theo’yu öpermiş,
severmiş...” o da altı çizili sözcükleri aynı anda söylüyor.
Geçen Cuma akşamı ertesi gün teyzeye gideceğimi söylediğimde
mesela, “Teyzeyle kek birlikte” dedi, çünkü teyze demek birlikte kek yapmak
demek! Kapıyı açtığımızda önceki gün markette verdikleri balonu görünce “Abla
balon verdi.” dedi, evet yan yana 3 sözcük... henüz 19 aylıkken... Ben
afalladım! Bugünlerde çok oluyor böyle. Abim de benim şaşırmama şaşırıyor, Theo
almış başını gidiyor sen niye şaşırıyorsun, diyor... :)
Şimdilerde sabahleyin, akşamleyin gibi laflar ediyor bizim
minik. Theo henüz dışarı çıkamayız dediğimde “Erken.” lafını yapıştırıveriyor.
Ben “yapalım mı” “geldik mi” gibi soru cümleleri kurduğumda soru sözcüğü mı/mu’dan
hemen önceki fiil çekimiyle cevap veriyor: Yapalım mı – yapalım, gitsek mi –
gitsek, yemek yedik mi – yedik...
Bu ara ben-sen, benim-senim sözcüklerini kavram olarak
karıştırıyor. Bu annenin kaşığı, dediğimde sorun yok, cevap: annenin... Ama benim
kaşığım dediğimde beni gösterip “Benim” diyor. Bu kısmı biraz kompleks, yine de
fiillerin zamanlarına, tekil çoğul ayrımına hakim olmaya başlıyor. Ben yine
hayretler içindeyim. Bana böyle konuştuğu gibi babasına da Fransızca cevaplar
veriyor!
Theo bilingual dedikleri çift anadilli çocuklardan olacak
(umarım!!) ama bu başka bir yazı konusu...
Benim şu an çevremde gözlemlediğim genç annelerin DİL
FETİŞİZMİ var... İşte bunu yazmalıyım.
DİL FETİŞİZMİ
Yakınlarım lütfen alınmasın, fetişizm biraz fazla kaçmış
olabilir ama dil takıntısı, obsesiyonu falan da diyemedim... Hem başlık dediğin
dikkat çekmeli canıım!! ;)
Şimdi orta sınıf eğitimli genç annelerin çocuklarını ite
kaka içine soktukları bir dünya var: İngilizce. Aman İngilizce kitaplar
okuyalım, hem İngilizce ders verilen bir anaokulu bulalım, haftada 1 İngilizce
bir oyun grubuna gidelim, iPad’te İngilizce öğreten aplikasyonlar indirelim...
Hani geçmişte bale takıntısı vardı annelerin, şimdi bu boyut değiştirip yabancı
dil halini aldı. Günümüzde yabancı bir dil konuşmanın gerekli olmadığını
söyleyecek halim yok, hele benim hiç yok! Ve elbette kanıtlanmış bir sürü
araştırma var, erken çocuklukta dil öğrenmek çok daha kolay. E ben de aksini
savunamam, sadece babasının konuşmasıyla Fransızca öğreniyor Theo. Ama bence
biz ebeveynlerin burada kaçırdığı bir şey var: Bir dili incelikleriyle
öğrenmenin ve kendini iyi ifade edebilmenin dayanılmaz cazibesi...
Eğer çocuk yabancı bir dilde okula gidecekse, aile
üyelerinden birileriyle sadece o dilde anlaşacaksa ya da başka bir ülkede
yaşayacaksa... Bu durumlarda 2. dilin üstüne düşmek lazım bence de. Ama sadece
renkler ve sayılardan ibaretse İngilizce... Birkaç şarkı öğrenmeyle kalacaksa
birkaç yıllığına... hele hele anadili olmayan anne-babanın telaffuzuyla
öğrenecekse çocuk... Hımmm... Sahi dil bizim için neyi ifade ediyor?
Son aylarda daha önce okuduğum bir şeyi gerçek anlamda
keşfettim: Bizler bebeklerimize ve çocuklarımıza dil öğretmiyoruz. Onların
beynindeki gerekli yetenekler gelişince onlar kendileri öğreniyorlar dili. Tabii
ki etrafta doğal olarak konuşulan dilden bahsediyorum. Bunun için bizlerin
onlarla sürekli konuşmamız, yemek yaparken, markette gezerken yaptığımız işleri
anlatmamız yetiyor. Onlar zaten zamanı gelince öğreniyorlar. Püf nokta olarak
belki çocuk yeni bir sözcük öğrendiğinde onu farklı cümlelerde, farklı kullanımlarla
karşısına çıkarabiliriz:
-Kedi.
-Aaa kedi mi Theo? Ne kadar yumuşak bir kedi. Kediye
dokunalım mı? Siyah kedi... Kedileri çok seviyorum... gibi.
Ama şimdi bu benim anadilim değilse? Cat, der kalırım orada.
Belki kedi için 10 cümle kurarım. Peki gündelik hayatımızı süsleyen binlerce
sözcük düşünürsek? Bunun phrasal verb’leri var, the gelir mi başına gelmez
mi... durumları var.
Her şeyi bırakın çocuğunuzla anadilinizde sohbet etmenin
keyfi var. Kitap okumanın eğlencesi var... Bu arada Theo henüz televizyonla ve
çizgi filmlerle tanışmadı. Yaygın bir kanı var, küçük çocuklar çocuk
programlarından çok şey öğreniyor. Üzgünüm dostlar, buna hiç inanasım yok. Theo
nispeten erken bir dönemde hayvanların isimlerini ve nasıl sesler çıkardıklarını
öğrendi. Sadece kitaplardan ve oyunlarımızdan. Bir de gerçekte gördüğü
hayvanları daha çok sevdi ve öğrendi. 16 aylıkken Biga’da gördüğü inekler ve
atlar onun ilk hayvan dostları oldu ve hiç unutmadı. (Günlerce evin içinde
kişnemesini de asla unutmamalı!!)
Ben Theo’nun İngilizce öğrenmemesini savunmuyorum elbette
ama ben çocuğumla kendi dilimde konuşmazsam o günün birinde edebiyatın hazzını
yakalar mı? Belki yakalar. Peki ileride kendini doğru ifade etmesi ve iyi bir
iletişime sahip olması için dilin inceliklerini, deyimlerini, eski ve modern
sözcükleri bir arada öğrenmesi hayati önem taşımıyor mu?
Biraz konuları karıştırmış olabilirim, malum uzun zamandır
yazmıyorum :)
Ama eğer sizler evde İngilizce konuşmayacaksanız o çocuğun haftada 2-3 saat
gördüğü İngilizce’nin faydası olacak mı?
Bence bu konu oldukça güncel ve son yıllara ait olduğu için
henüz fazla araştırma yok. Ama birkaç sene sonra belki de çocuğun yanında sürekli
konuşulmayan bir yabancı dilin çocuğun kafasını karıştırdığını okuyacağız.
Tabii şu an için alan memnun, satan memnun. Programına haftada birkaç saat İngilizce
koyan anaokullarının aylık fiyatı 2.500 TL’den başlıyor!!
Aslında yabancı dile yatırılan bunca emek ve para (ebeynler
için de umut tabii ki) eğitim sistemimizin azizliği. Xavier sadece lisede ve
üniversitede gördüğü haftalık 2 saatlik İngilizce’yle gelmiş Londra’ya ve iş
bulmuş, çalıştığı işlerde geliştirmiş İngilizcesini. Bakın üniversitede 1 yıl
hazırlık yok, Londra’da dil okulu yok... Kayınvalidem mesela, 45 sene önce
lisede gördüğü İngilizce derslerinden hatırlıyor, benimle konuşuyor...
Yani mesele gelecek kaygısıysa, günümüzde yabancı dilin “şart”
olmasıysa, çocuklarımızı dünya vatandaşı yapabilmekse... Sonuna kadar
anlıyorum. Ama küçük çocukların kendi dillerinde oyunlar oynayıp ileride
fikirlerini ve duygularını ifade edebilmelerini savunuyorum.
Bu yazıya bırakılacak yorumları sabırsızlıkla bekliyorum.
Lütfen fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!! :)
No comments:
Post a Comment