Tuesday, February 24, 2015

Dil fetişizmi...

Theo büyüyor, konuşmaya başladı, ben bir türlü yazamıyorum. Bir yandan bunları kayda geçmeliyim biliyorum ama vakit yok.

Theo 10 aylık civarında ilk defa BABA demişti ve ben 1 gün süreyle aşırı kıskanmıştım Xavier’i. Sonra geçti.

Xavier'in babalar günü hediyesi, Theo hanüz 1 yaşında değilken bu fotoğraflar...

3 Ekim’de, 15 aylıkken ilk defa bilinçli olarak ANNE dedi, içim eridi. Bayıldım. Zaten o zamandan beri de susmadan konuşuyor Theo, çok hevesli. Şimdi 20 aya yaklaşıyor ama 1.5 yaşından itibaren bayağı derdini anlatmaya başladı, bunu hatırlamalıyım. Sözcükleri tekrarlıyor, şarkılara mırıldanarak eşlik ediyor. Evet evet bunları unutmamalıyım!! Ali babanın çiftliği... diyor, “Theo hangi şarkıyı söyleyelim?” diye sorduğumda sallanarak “Annesinin...” diyor, ben devamını getirirken “yavrusu, kuzusu, pamuğu... annesi Theo’yu öpermiş, severmiş...” o da altı çizili sözcükleri aynı anda söylüyor.

Geçen Cuma akşamı ertesi gün teyzeye gideceğimi söylediğimde mesela, “Teyzeyle kek birlikte” dedi, çünkü teyze demek birlikte kek yapmak demek! Kapıyı açtığımızda önceki gün markette verdikleri balonu görünce “Abla balon verdi.” dedi, evet yan yana 3 sözcük... henüz 19 aylıkken... Ben afalladım! Bugünlerde çok oluyor böyle. Abim de benim şaşırmama şaşırıyor, Theo almış başını gidiyor sen niye şaşırıyorsun, diyor... :)

Şimdilerde sabahleyin, akşamleyin gibi laflar ediyor bizim minik. Theo henüz dışarı çıkamayız dediğimde “Erken.” lafını yapıştırıveriyor. Ben “yapalım mı” “geldik mi” gibi soru cümleleri kurduğumda soru sözcüğü mı/mu’dan hemen önceki fiil çekimiyle cevap veriyor: Yapalım mı – yapalım, gitsek mi – gitsek, yemek yedik mi – yedik...

Bu ara ben-sen, benim-senim sözcüklerini kavram olarak karıştırıyor. Bu annenin kaşığı, dediğimde sorun yok, cevap: annenin... Ama benim kaşığım dediğimde beni gösterip “Benim” diyor. Bu kısmı biraz kompleks, yine de fiillerin zamanlarına, tekil çoğul ayrımına hakim olmaya başlıyor. Ben yine hayretler içindeyim. Bana böyle konuştuğu gibi babasına da Fransızca cevaplar veriyor!

Theo bilingual dedikleri çift anadilli çocuklardan olacak (umarım!!) ama bu başka bir yazı konusu...

Benim şu an çevremde gözlemlediğim genç annelerin DİL FETİŞİZMİ var... İşte bunu yazmalıyım.

DİL FETİŞİZMİ

Yakınlarım lütfen alınmasın, fetişizm biraz fazla kaçmış olabilir ama dil takıntısı, obsesiyonu falan da diyemedim... Hem başlık dediğin dikkat çekmeli canıım!! ;)

Şimdi orta sınıf eğitimli genç annelerin çocuklarını ite kaka içine soktukları bir dünya var: İngilizce. Aman İngilizce kitaplar okuyalım, hem İngilizce ders verilen bir anaokulu bulalım, haftada 1 İngilizce bir oyun grubuna gidelim, iPad’te İngilizce öğreten aplikasyonlar indirelim... Hani geçmişte bale takıntısı vardı annelerin, şimdi bu boyut değiştirip yabancı dil halini aldı. Günümüzde yabancı bir dil konuşmanın gerekli olmadığını söyleyecek halim yok, hele benim hiç yok! Ve elbette kanıtlanmış bir sürü araştırma var, erken çocuklukta dil öğrenmek çok daha kolay. E ben de aksini savunamam, sadece babasının konuşmasıyla Fransızca öğreniyor Theo. Ama bence biz ebeveynlerin burada kaçırdığı bir şey var: Bir dili incelikleriyle öğrenmenin ve kendini iyi ifade edebilmenin dayanılmaz cazibesi...

Eğer çocuk yabancı bir dilde okula gidecekse, aile üyelerinden birileriyle sadece o dilde anlaşacaksa ya da başka bir ülkede yaşayacaksa... Bu durumlarda 2. dilin üstüne düşmek lazım bence de. Ama sadece renkler ve sayılardan ibaretse İngilizce... Birkaç şarkı öğrenmeyle kalacaksa birkaç yıllığına... hele hele anadili olmayan anne-babanın telaffuzuyla öğrenecekse çocuk... Hımmm... Sahi dil bizim için neyi ifade ediyor?

Son aylarda daha önce okuduğum bir şeyi gerçek anlamda keşfettim: Bizler bebeklerimize ve çocuklarımıza dil öğretmiyoruz. Onların beynindeki gerekli yetenekler gelişince onlar kendileri öğreniyorlar dili. Tabii ki etrafta doğal olarak konuşulan dilden bahsediyorum. Bunun için bizlerin onlarla sürekli konuşmamız, yemek yaparken, markette gezerken yaptığımız işleri anlatmamız yetiyor. Onlar zaten zamanı gelince öğreniyorlar. Püf nokta olarak belki çocuk yeni bir sözcük öğrendiğinde onu farklı cümlelerde, farklı kullanımlarla karşısına çıkarabiliriz:
-Kedi.
-Aaa kedi mi Theo? Ne kadar yumuşak bir kedi. Kediye dokunalım mı? Siyah kedi... Kedileri çok seviyorum... gibi.

Ama şimdi bu benim anadilim değilse? Cat, der kalırım orada. Belki kedi için 10 cümle kurarım. Peki gündelik hayatımızı süsleyen binlerce sözcük düşünürsek? Bunun phrasal verb’leri var, the gelir mi başına gelmez mi... durumları var.

Her şeyi bırakın çocuğunuzla anadilinizde sohbet etmenin keyfi var. Kitap okumanın eğlencesi var... Bu arada Theo henüz televizyonla ve çizgi filmlerle tanışmadı. Yaygın bir kanı var, küçük çocuklar çocuk programlarından çok şey öğreniyor. Üzgünüm dostlar, buna hiç inanasım yok. Theo nispeten erken bir dönemde hayvanların isimlerini ve nasıl sesler çıkardıklarını öğrendi. Sadece kitaplardan ve oyunlarımızdan. Bir de gerçekte gördüğü hayvanları daha çok sevdi ve öğrendi. 16 aylıkken Biga’da gördüğü inekler ve atlar onun ilk hayvan dostları oldu ve hiç unutmadı. (Günlerce evin içinde kişnemesini de asla unutmamalı!!)


Ben Theo’nun İngilizce öğrenmemesini savunmuyorum elbette ama ben çocuğumla kendi dilimde konuşmazsam o günün birinde edebiyatın hazzını yakalar mı? Belki yakalar. Peki ileride kendini doğru ifade etmesi ve iyi bir iletişime sahip olması için dilin inceliklerini, deyimlerini, eski ve modern sözcükleri bir arada öğrenmesi hayati önem taşımıyor mu?

Biraz konuları karıştırmış olabilirim, malum uzun zamandır yazmıyorum :) Ama eğer sizler evde İngilizce konuşmayacaksanız o çocuğun haftada 2-3 saat gördüğü İngilizce’nin faydası olacak mı?

Bence bu konu oldukça güncel ve son yıllara ait olduğu için henüz fazla araştırma yok. Ama birkaç sene sonra belki de çocuğun yanında sürekli konuşulmayan bir yabancı dilin çocuğun kafasını karıştırdığını okuyacağız. Tabii şu an için alan memnun, satan memnun. Programına haftada birkaç saat İngilizce koyan anaokullarının aylık fiyatı 2.500 TL’den başlıyor!!

Aslında yabancı dile yatırılan bunca emek ve para (ebeynler için de umut tabii ki) eğitim sistemimizin azizliği. Xavier sadece lisede ve üniversitede gördüğü haftalık 2 saatlik İngilizce’yle gelmiş Londra’ya ve iş bulmuş, çalıştığı işlerde geliştirmiş İngilizcesini. Bakın üniversitede 1 yıl hazırlık yok, Londra’da dil okulu yok... Kayınvalidem mesela, 45 sene önce lisede gördüğü İngilizce derslerinden hatırlıyor, benimle konuşuyor...

Yani mesele gelecek kaygısıysa, günümüzde yabancı dilin “şart” olmasıysa, çocuklarımızı dünya vatandaşı yapabilmekse... Sonuna kadar anlıyorum. Ama küçük çocukların kendi dillerinde oyunlar oynayıp ileride fikirlerini ve duygularını ifade edebilmelerini savunuyorum.


Bu yazıya bırakılacak yorumları sabırsızlıkla bekliyorum. Lütfen fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!! :)   

No comments: